Bu kafa omuz üstünde kalır mı?
Sunu iyi bilin ki Amerika başta olmak üzere İtalya’sından İngiltere’sine ve Almanya’sından Hollanda’sına kadar cümlesinin meclisleri Fransız Meclisi gibi düşünüyor. Devlet adamları ve kamuoyu olarak da Sarkozy gibi Fransa gibi hareket etmek istiyorlar. Sadece (şimdilik kaydıyla) bunu ülkeleri için zararlı görmekteler, o kadar. Şartlar uygun olduğunda ilk fırsatı değerlendirmekten kaçınmayacaklardır.
Çünkü cümlesi, Ermeniler başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasındaki azınlıkları bir şekilde kendi çıkarları için devreye sokmuşlardır. O gün bugündür yaptıkları kendi milli çıkarları için kullandıkları bu unsurlara sahip çıkmaktan ibarettir. Bu sahip çıkmada, Türkleri bu topraklarda bugün de istemiyor olmaları önemli sebeplerden biridir. Binlerce yıldır yaşadıkları bu topraklarda Türklere tahammül edemeyenlerin aynı Türklere Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da, İngiltere’de tahammül etmeleri mümkün mü? Elbette değil. Bunun böyle olduğunu zaten açıkça görmekteyiz.
Şimdi bir onlara bir kendimize bakalım ve Fransa örneği ile devam edelim. Elin Fransa’sı bir dönem kendi çıkarı için kullandığı Ermeni’ye sahip çıkıyorken Türkiye’de Türk olarak bildiğimiz önemli bir kesim her ne hikmetse bırakınız tarihin herhangi bir döneminde Türkiye için değerlendirdiği herhangi bir unsura sahip çıkmayı, bizzat Türk yurdunu müstevlilerden temizleyen ve devletinin tarih sahnesinden silinmesini önleyen kendi ceddine sahip çıkmıyor! Sahip çıkmamak ne kelime, bir de hesap sormaya kalkıyor... Şimdi söyleyin Allah aşkına bu kafalardan hangi kafa baş üstünde kalmaya namzettir?
Gafletimiz diz boyunu geçmiş boğaza dayanmış. Size şimdi Ermeni ekalliyet ihanetinin aleniyete büründüğü o günlerden bir örnek nakledeceğiz ve “Bugün de aynı şeyler yaşanıyor mu yaşanmıyor mu?” sorusunu vicdanlarınıza emanet edeceğiz...
1915’lerden dört yıl önce Karakin Pastırmacıyan Efendi, Meclisi Mebusan’da Erzurum Mebusu idi. 1911 yılında Kafkasya üzerinden Erzurum’a giderken Ruslar tarafından bir olayda “suçüstü” yapıldığı iddiası ile tutuklandı. Osmanlı hükümeti bu tutuklamaya razı olmadı, ısrarlı taleplerde bulunarak Karakin Pastırmacıyan’ı Rusların elinden aldı. İyi de, Karakin temsil ettiği Erzurum’a en güvenli ve en kısa yol olan Anadolu’dan değil de niye karışık ve tehlikeli yol olan Kafkasya üzerinden gidiyordu? İşte bu sorunun cevabı Birinci Cihan Harbi patlak verince ortaya çıktı. Meğer Meclis’te Erzurum mebusu olan Karakin Pastırmacıyan aynı zamanda memleketin en ücra köşelerine kadar teşkilatlanma çalışmaları yapan Taşnakisyun Cemiyeti’nin icra komitesinde görevli sekiz üyeden biri imiş. Bugünkü tabir ile kod adı(Komitacı adı) da Armen Garo olarak belirlenmiş.
Evet...
En sadık teba olan Emenileri en zor zamanında Türk milletine karşı Haçlı-Siyon hesapları doğrultusunda silahlandırarak ayaklandırmaya hazırlayan Taşnakisyun Cemiyeti’nin kod adı Armen Garo olan Karakin Pastırmacıyan aynı zamanda Osmanlı Meclisinde Erzurum Mebusu idi. Üstelik Meclis İdare Amiri olarak da görev yapıyordu. Bu imkânları kullanarak kim bilir o imkânları kendine tevdi eden devlete ve kendini vekil tayin eden Türk milletine ne ihanetler etmişti. Bugün devlet ve millete ait çeşitli kurumlarda değişik kod adları ile kim bilir hangi meş’um örgüte mensup kim bilir kaç kişi var? Yok diyebilir misiniz?
Ya kiliseler...
Ben demiyorum, bir Türk, bir Müslüman demiyor. Bir Batılı, Prof. Dr. H. Rayuver bakınız ne diyor:
“-Ermeni siyasi ideallerine istikamet veren Ermeni Kilisesi, Türk idaresinin bahşettiği hoşgörüyü Türkler aleyhine kullanmıştır.”
Türk milleti cümle ekalliyetinin ihanetine uğramış amma asla soykırım yapmamış, bunu aklından bile geçirmemiştir. Hadi bunu da biz söylemeyelim bir yabancıya, hatta bir Fransız’a, Fransız devlet ve fikir adamı Klod Farer’e söyletelim:
“- Rumların Türklere yaptığını bizim topraklarımızda yaşayan bir başka ekalliyet bize yapsa, hepsini tasfiye eder, ülkemizde hayat hakkı vermezdik..”
Evet, gerçek budur ve Klod Farer Türk milleti hakkındaki tespitinde haklıdır. Fransa hakkındaki öngörüsünde de haklı çıktığı Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdiği soykırımla ve bugün aldığı “Söyletmeyin, vurun” kararı ile ortaya çıkmıştır.
Gerçek budur amma...
Gerçek kimsenin umurunda değildir...
Bizim bilmemiz gereken bu topraklarda yaşamanın ip üstünde yürümek gibi bir şey olduğunu bilmek, sürekli teyakkuzda bulunmak, dengeyi kaybetmemektir.
Ellerinde sırıklar itmek isteyen o kadar (it)ici var ki, her zaman bir Kuva-yı Milliye ruhu yakalayamayabilir, her zaman bir Mustafa Kemal bulamayabiliriz...