Bu kadarına da pes artık! (30 Ekim 2011)
Deprem sonrasında binalardaki vaziyeti görmüşsünüzdür: Kimisi ayakta, kimisi yaralı, kimisi yıkılmış... Malzemeden çalan müteahhit meselesi yeniden gündemimizde! Çok katlılık meselesi ayrıca değerlendirilebilir; ayyuka çıkmak yerine arza yayılmayı tercih edenlerdenim. Plansız şehircilik anlayışı ise temel problemlerimizden yalnızca biri... Son tahlilde her şey kader, fakat “Bina öldürür” uyarısı dikkate değer!
Depremle yaşamaya alışmalıyız....Pekiyi, alışalım da, her an depreme hazır olduğumuza inanıyor musunuz sahiden, deprem anında cenin pozisyonu almaktan yahut herhangi bir masanın kenarına sokulmaktan ziyade, şöyle esaslı bir deprem bilincine sahip miyiz?
Her deprem esnasında aynı ifade: “Deprem gerçeği ile yüzleştik.” İlave edelim: Fırsattan istifade edenlerle de... Meselâ, haberi gör, gör ki fırsattan nasıl istifade edilir, öğrenmiş ol: “Deprem afeti, şehirde hayatı altüst etmiş durumda, bazı vatandaşlar, zor bulunan ekmeğin 2,5 TL gibi fahiş fiyatlardan satıldığını dile getirdi.” Bitmedi, dahası var: Öyle duyarlı (!) vatandaşlara sahipmişiz ki memlekette, mini etek, bikini, şort, moda dergisi vs. gönderme ihtiyacı hissetmişler, depremzedelere... Bir önceki depremde, Ağustos sıcağında kazak gönderenlere de rastlamıştık. Gerçekten işe yarayacakları göndermeyip, atılacak olanları göndermek ayıptır ve “yardım” değildir elbette...
İnsanlık mı dediniz?
Biliyorsunuz, o parti açıklama yapıyor ve anında “gündem” oluyor. Sonra gelsin, Türk şöyle, Kürt böyle... Ne hoş, “kardeşlik kokusu” alıyoruz! Memlekette sanki kavimlerarası bir savaş varmış da, yeniden kardeşlik tesis ediliyormuş gibi... Siz, nerede yaşıyorsunuz? Keşke şu zor günlerimizde azıcık susabilseler de, gidecek yardımları da o açıklamalarla sabote etmeseler...
Baksanıza, “Kürtlerin kahreden kaderi” başlıkları atılmaya başlandı bile... Deprem bölgesine laboratuvar mı kurdunuz?
El insaf! Mevcut “duyarlılık” karşısında şaşıranlara şaşırıyorum. O kadar mı olumsuzlaştırmıştınız bu ülkeyi ve insanını...
Çirkin olanı didiklemekten ve bunu toplumun geneline mal etmekten vazgeçer miyiz? Sütununu, “Sosyal paylaşım sitelerinde şunu yazdılar ama” diyerek doldurmak varken, mümkün gözükmüyor! Bununla birlikte, enkaz altındakinin can çekişmesi üzerinden, “Deprem acısı bizi birleştirir mi” sorusuna cevap yetiştirmekle meşgulüz... Yok ama haklılar, anlamaya çalışalım, “yetmiş iki buçuk” kavimli bir ülkede deprem ve benzeri felaketler yaşanmalı ki, yığınların birleşmesine vesile olsun, değil mi ama?
Halkın kendi içindeki dayanışması üzerinden “birliktelik” vurgusu yapmak, bu ülkenin ruh köküne yabancılaşmışlığın bir diğer delili...
Ne yapabilirim derdine düşüleceğine, o şunu dedi, bu bunu dedi...
Deprem vesilesiyle, fırsattan istifade ederek, yaşananları aidiyet polemiğine düğümlemenin problemli bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Sanki kavimlerarası bir ayrışma ve çatışma varmış gibi, “yeniden birlikteyiz” yüklü cümleler kuruluyor. Cinayet şebekesinin vahşiliğiyle ve vahşetiyle olan mücadeleden bihaber olunca, normal bir davranış ve yaklaşım biçimi olsa gerek bu...
Anlaşılan o ki, bazılarının niyeti, telaşı, heyecanı dayanışmaya katkı sağlamak değil, “bağcıyı” dövebilmek... Ne memleket ama!