Bu kadar tesadüf olabilir mi?
Önce birkaç ay içinde yaşananları sıralayalım.
1) Ses getiren muhalefetiyle CHP’yi tırmanışa geçiren deneyimli Deniz Baykal’a malum kaset operasyonu yapıldı ve Baykal liderlikten çekilmek zorunda kaldı. Buradaki proje Baykal’ı yaralamak ve CHP’yi parçalara bölmekti.
2) Başbakan, daha önce kopuk takımı diye nitelendirdiği ülkücülere referandum öncesinde apansız aşık olmuş gibi yaptı ve 12 Eylül’de idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun infazdan önce annesine yazdığı mektubu grup toplantısında ağlayarak okuyarak saf Anadolu ülkücüsüne göndermeler yaptı. Buradaki proje, BBP’den sonra MHP’nin muhafazakar kanadını yörüngesine sokmaktı ki referandumda bunu başardı. AKP ve cemaatler tarafından kuşatılan Anadolu ülkücüsüne partisinin aksine evet oyu kullandırıldı ve MHP’ye yapılan ilk operasyon sonuç verdi.
3) Asgari yüzde 7’lerde olan ve barajı aşacağına kesin gözüyle bakılan Saadet Partisi’nde akıl almaz gelişmeler oldu ve Numan Kurtulmuş kendi liderliği tartışılmamasına ve seçim yılında olunmasına rağmen Erbakan’a yakın bir iki ismin yönetime alınmasını bahane ederek partiyi bölünmeye götürdü ki bütün bu olanları Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışında mütalaa etmek mümkün değildir. Söylenen Numan Kurtulmuş’un Tayyip Erdoğan’la gizlice anlaştığı ve Saadet Partisi’ni seçim yılında ondan dolayı zaafa
soktuğudur.
4) Tayyip Bey’in gerek 8 yıllık Başbakanlığı gerekse de İstanbul Belediye Başkanlığı sürecinde yüzlerine bakmayıp yanına yaklaştırmadığı Semra ve Ahmet Özal’ı birden keşfetmesi üstünde dikkatle durulması gereken bir başka fotoğraftır. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in “Saçmalık” isyanlarına rağmen Özal suikastının bizzat Erdoğan’ın teşviki ile ısıtılıp gündemde tutulması dikkate alınacak bir diğer gelişmedir. Keza yargının bu konuyu 17 yıl sonra soruşturmaya uygun bulması üstünde durulması gereken ayrıntıdır. Bunlara ilaveten Erdoğan’ın yine 15 yıl boyunca yüzüne bakmadığı Aydın Menderes’i iki defa evinde ziyaret etmesi ve de Özer Çiller’in ifadesi ile Tansu Çiller’e ekonomik konularda danışmalarda bulunması elbette tesadüfi şeyler değildir ve bir amaca matuftur ki o da merkez sağı kontrol altında tutma arzusudur.
Görülüyor ki son dönemde gözlenen bu gelişmeler tesadüf değil tersine projedir.
Tayyip Erdoğan sadece bürokrasiyi, medyayı, yargıyı, Anayasa Mahkemesi’ni, iş dünyasını, sivil toplum örgütlerini değil aynı zamanda siyaseti de dizayn ediyor yani muhalefeti şekillendirmeye çalışıyor.
Hiç kimse beni kısa bir zaman dilimi içinde bu yaşananların tesadüf olduğuna inandıramaz!
Evet her şey ortada. Tayyip Erdoğan başkan olmak için ağlarını örüyor ya da yürüyeceği yolun taşlarını döşüyor.
Hedef TSK ve medyanın sindirilmesinden sonra muhalefetin cılız hale getirilip etkisizleştirilmesi ve idari planlamalar ambalajı ile özerklik adımlarının atılmasıdır.
YÖRÜNGEDE...
Yargı artık yok!
15 Ekim tarihli yazıma bakabilirsiniz, HSYK seçimlerinde Bakanlık listesi diye yayınladığım liste aynen onaylandı ki tersi mümkün olmazdı zira özellikle taşrada yargıçların Bakanlığı karşılarına alma lüksü yoktur. Artık ispatlanmıştır ki 12 Eylül günü yapılan referandumun amacı istismar edildiği gibi demokrasi veya 12 Eylül’den hesap sorulması değil, HSYK ile Anayasa Mahkemesi’nin ele geçirilmesiydi. Bugün olanlar aynen budur. Bundan böyle HSYK ve dolayısı ile onun kontrolünde olacak olan yargı artık YÖK yani Yüksek Öğrenim Kurumu misalidir ve tamamen iktidarın yörüngesinde olacaktır. Evet ülke bekası adına tarafsız olması mutlaka gerekli olan yargı artık alenen siyasallaşmıştır ki polisin ve öğretmenin bölündüğü
12 Eylül sürecinde bile böyle bir şey
olmamıştı...
İKAZ...
AKP mebusundan “Memleket gidiyor yahu” isyanı!
Adı: Mehmet Sağlam. AKP Kahramanmaraş Milletvekili, Eski Milli Eğitim Bakanı ve YÖK eski Başkanı.. Önceki gün Blomberg TV’ye çıktı ve hem YÖK’ü hem de dolaylı olarak Başbakan’ı yerden yere vurdu. Neler mi söyledi?.. YÖK’ün yaptığı uygulamaları örnekleyerek topa tuttu ve adeta isyan etti. Sağlam’ın söylediği şu sözler YÖK’ün bugünkü halini ortaya koyuyor: “YÖK’e başkan ve başkan yardımcısı olmak için rektör ve asgariden dekanlık tecrübesine sahip olmak gerekiyor. Oysa bugünkü YÖK’de bırakın rektörlüğü, dekanlık yapan tek bir isim bile yok. Bu tecrübe ve birikimsizlikle maalesef YÖK, artık güvenli bir sınavı bile yapamaz duruma getirilmiştir...” Evet bu ifadeler bir AKP’li mebusa aittir... Bu konuşmadan sonra bir dostu Sağlam’ı arayıp “başın derde girer” deyince, Mehmet Bey bana aktarıldığına göre şu karşılığı vermiş; “Yeter, memleket gidiyor yahu!”
MUHASİP...
Haşim Kılıç’a değişim sorusu!..
Adam hukukçu değil ama hukuk dersleri veriyor. Eskişehir’deki bir yüksek okulun muhasebe bölümünden mezun ama filozof edaları ile manifestolar ortaya koyuyor. Önceki günkü konuşmasında “Değişime karşı çıkan statükonun kibirli mensupları halkı artık ikna edemiyor” buyurmuş! Haşim Kılıç’dan bahsediyorum... Tam bu noktada Haşim Bey’e soralım; Değişim dediğiniz şey bu ülkenin adının, rejiminin, dilinin ve başkentinin değiştirilmesi midir? Malum birkaç hafta önce bu yönde sözler eden yani Anayasanın değiştirilmesi için teklifi dahi mümkün olmayan bu maddeleri tartışmaya açan zat-ı alilerinizdi!.. O teklifi yapan biri değişimci değil, olsa olsa dönüşümcü olabilir!