Bu kadar dalkavukluk olmaz!

Tarihçi Didore Sicile, Habeşistan’dan şöyle bir tespitte bulunur:
“- Habeşistan İmparatoru bir vesile ile gözlerinden birini, bir bacağını yahut bir kolunu kaybedecek olursa dalkavukları ile saray erkanının da aynı gözleri kör edilir, aynı kolları yahut bacakları derhal kesilip tıpkı imparator gibi kör, topal, yahut kolsuz kalmaları sağlanırdı.”
Bugünün Türkiye’si sanki o günün Habeşistan’ı gibi.
Gazetecisi, bürokratı, milletvekili ve bakanları ile AKP iktidarının saray ve saray çevresi erkânı hükümetle birlikte gözlerini kör ediyor, kol ve bacaklarını derhal kesip âdeta, “Padişahım! Kaybettiğiniz her şey, aslında işte böyle fırlatılıp atılması gereken şeylerdi” dalkavukluğuna yatıyorlar. Bunlara göre bütün müesseselerin, hatta vatan toprağının satılması ve devletin küçültüle küçültüle buharlaştırılması normal. Biz, yahu etmeyin, vatansızlık nasıl bir şey; Çeçenistan’a, Türkistan’a bakın ibret alın, devletsizlik ne menem bir belâ Filistin’e, Irak’a bakın, aklınızı başınıza toplayın dediğimizde, bize, “Toprak satılmakla, yurtdışına mı taşınıyor, devlet küçülüyorsa, birey büyüyor!” cevabı veriyorlar.
Aslında bu cevaplar “öğretilmiş cevaplar” amma onlar farkında değil. “Nasıl öğretilmiş cevaplar” derseniz, “Batı aklı!” cevabını veririz. İktidarı savunanların itirazlarımıza bütün cevapları Fransa’da, İngiltere’de, Amerika’da üretilen cevaplar. Yani kapitalizmin, Siyonizm’in, Haçlıların, emperyalizmin cevapları.
Sorun da onlardan çâre de onlardan.
Oysa bir yerde bir sorun varsa siz o sorunu, o soruna sebep olanların aklıyla çözemezsiniz. Meselâ sigara tüccarlarının aklı ve maddi desteği ile sigara ile mücadele etmek mümkün mü?
Aslında fazla akıllı olmaya ve çok şey bilmeye hiç gerek yok.
Bu toprağın insanı önce yakın tarihine bakmalı, işgal günlerini ve o işgalin hangi hatalardan neşet ettiğini bilmeli, bu çok önemli ve yeterli. Şayet o kadar zamanı yoksa yahut fıtrat olarak tembel biri ise, Türkiye’ye şunu yap bunu yap diye akıl verenlerin kendi ülkelerinde o şeyleri yapıp yapmadıklarını araştırmalı. Mesela Türkiye’ye nen var nen yoksa sat diyenler kendilerine ait olan şeyleri parayı görür görmez ellerinden çıkarıyorlar mı, sormalı, öğrenmeli. Devletin ekonomide ne işi var, küçül ey Türkiye diyenlerin, kendi ülkesinde devletin ekonomideki ağırlığı Türkiye’nin en az üç, dört katı mı değil mi, bunu görmeli.
Hadi, buna da ayıracak zamanları yok, o zaman hiç olmazsa, Türkiye’nin nereye gittiğini görmek için, Meclisi’ne bakmalı. Meclis’te çıkan kanunlar Türkiye’nin egemenliğini perçinliyorsa, haklılar, yok eğer çıkan kanunlar Türkiye’nin egemenliğini daha dün bu toprakları işgal etmiş ülkelere devrediyorsa, mesela Yunan’a, Rum’a, İngiliz’e veriyorsa, yani ağır bedeller ödenerek kazanılmış milli egemenlik adım adım Avrupa Birliği’ne geçiyorsa o zaman durup düşünmeli(ler), öyle değil mi!
Ve bir de para ve servet hangi elden hangi ele geçiyor, bunu takip etmeliler.
O zaman göreceklerdir ki Türk’ün parası, fabrikaları, mâdenleri, toprakları, bankaları birer birer Yunan’a geçiyor, Yahudi’ye geçiyor, İngiliz’e geçiyor; dün bizim olanlar teker teker dün bu toprakları işgal etmiş olanların malı haline geliyor. Şimdi bu iyi bir şey mi?
İnsan elinde avucundakini her şeyinde gözü olana vererek iyi bir şey yapmış mı olur?
Bu el değiştirmeye, bu milletin dini olan İslâmiyet bile dahil. Dinlerarası ve Kültürlerarası diyalog ve Ilımlı İslam falan diyerek, “Sen, seni sen yapan dininden vazgeç, bizim senin için modernize ettiğimiz şu yeni İslâm’ı al!” demiyorlar mı ve bu da iktidar ve kimi çevreler tarafından bu yeni ve orijinalinden çok uzak İslâm, “Aldım kabul ettim!” muamelesi görmüyor mu? Batı kendi batıl dinini seninle tartışıyor mu ki sen Allah katında tek din olan İslâm’ın onların ağzında sakız olarak çiğnenmesine aracı ve alet oluyorsun!
Yani maddî-mânevî nereden bakarsak bakalım, “yabancıya devretme” ve bu devredişin Habeş saray erkânı tavrıyla alkışlandığı bir süreci yaşıyoruz.. Bu, hiç ama hiç normal değil..

Yazarın Diğer Yazıları