Bu bir "barışa hayır" yazısıdır...
Türkiye gündemine efsunlu kelimeler yerleşti, yerleştirildi 'çözüm sürecinden bu yana... Bu kelimelerin içinde öyleleri var ki gerek etimolojisi gerekse tedâileri itibariyle elinizdeki bütün itiraz haklarınızı elinizden alıyor. "Barışa hayır" deme ihtimaliniz var mı? Varsayalım risk alıp dediniz, nasıl bir linç kampanyasına mâruz kalacağınızı tahayyül bile edemezsiniz, emin olun ki otuz yıldır dağlarda Mehmetçiklerimizi ekin gibi biçen, şehirlerde bebeklerimizi bombalarla paramparça eden, genç kızlarımızı otobüslerde cayır cayır yakan PKK'lı teröristlerin görmediği bir linç kampanyası olur bu... Birden kan emici, kandan beslenen olursunuz. Bu efsunlu kelimelerin serdârı:
'Barış'.
Kim barışıyor, kiminle barışıyor, neden barışması gerekiyor, barışın tarafları kimler?
Medyanın kafamıza kafamıza çakmaya çalıştığından anladığımız kadarıyla sağlanmak istenen 'barış' Türklerle Kürtler arasında.
Bu durumda, 'Türklerle Kürtler arasında bir savaşın varlığını' kabul etmemiz gerekiyor.
Var mı böyle bir savaş?
Türkler ve Kürtler savaşıyor mu? Bu savaş hangi cephede/hangi cephelerde sürüyor? Birlikler nerelerde konuşlanıyor, savaş güçleri nedir, kimler komuta ediyor bu savaşa?
Böyle bir savaş var da biz mi bilmiyoruz!..
***
Tabii ki böyle bir savaş yok.
Yalnızca Diyarbakır'da, Yüksekova'da, Şırnak'ta, Cizre'de, Silopi'de hendekler kazmış, pusuya yatmış üç-beş bin adetlik sırtlan sürüsü var. Pusuyu kuruyor, yaklaşıyor ve öldürüyor, yaşına, cinsiyetine bakmaksızın.
Bunun adı savaş değil, terördür ve terörle, teröristle bırakınız barış yapmayı pazarlık dahi yapılmaz.
Bunun adı 'kalkışma'dır... Nasıl bastırılacağı da bellidir...
Savaşın da kendi içinde bir ahlâkı vardır, barışın da tıpkı savaş gibi kendi ahlâkı vardır.
Ahlâksızca, şerefsizce, namussuzca sürdürülen bir terörün karşısına ancak ve ancak kendi kurallarıyla çıkılır ve gereken yapılır, daha doğrusu güvenliğini sağlamak gibi bir görevi olan ve aslında varlık sebebi bu olan devlet denen yapının yapması gereken budur.
Kendi dağlarını sırtlanlara, çakallara teslim eden, üstelik ona hayat hakkı tanıyan bir yapının, o terörün siyasi uzantılarıyla masalarda oynaşan bir yapının barıştan, müzakereden, çözümden söz etmesi açıkça bir yetki aşımıdır, millete ait bir yetkiyi fiili bir durum yaratarak kullanmasıdır.
Kiminle barışacağız?
Neden?
Türk milleti ne yaptı bunlara?
Dersim mi dediniz, yoksa 1915 mi dediniz?
Eğer tarihe dair bir intikam söz konusu olacaksa herkesin çok iyi bilmesi gerekir ki Türk milletinin intikam savaşı aralıksız birkaç yüz yıl sürebilir.
***
Efsunlu kelimelerin diğerleri 'çözüm' ve 'müzakere'...
Neyi çözeceğiz, kiminle müzakere edeceğiz?
Arazî anlaşmazlığı mı, kan dâvâsı mı?
Mesele arazî ise bu millet bu arazînin bedelini ödemiş bir millettir.
"Ama, ama siz o bedeli öderken biz de size üç kuruşluk yardım etmiştik" mi diyorsunuz?
Bu üç kuruşluk yardım size arazî üzerinde bir sahiplik hakkı tanımaz. Alın üç kuruşunuzu ve susun ya da "denize bevledip deniz benim" diyen şeytan olmayın.
Kan dâvâsı mı peki?
Bu meseleye hiç girmeyelim, çünkü bu millet kan dâvâsı görmeye kalkarsa barış, çözüm, müzakere gibi kelimeler lügatlerden de silinmek zorunda kalınır, o hendeklere dozerlerle topluca gömülürsünüz uzun bir süre.
***
Tabii siyasi erk, milletin vicdanı değil, yalnızca sandık istatistiğinden ibaret. Muhalefet milletin vicdanı değil siyasi erkin payandası.
Hâl böyle olunca da dağlarda tükenen terörizme başkentte görüşme odaları tahsis edersiniz. Bebek katilinin ayağına İmralı'ya gidersiniz. Odasına televizyon talimatı verirsiniz. Örgütün kurucularının cenazelerinin ülkeye gelişini organize edersiniz. Ankara'dan ay yıldıza sarılan tabutlar bölgede terörist paçavrasına sarılır görmezden gelirsiniz, göndere aynı paçavra çekilir, göstermelik hakimiyet ilan edilir, ses çıkarmazsınız, hendekler kazılırken başka tarafa bakarsınız, örgüt iki yıl boyunca silahlanırken siz "Güneydoğu'ya bahar geldi" haberleri yaptırışınız...
***
Sonra efsunlu kelimeler ezberlettirirsiniz medyadaki papağanlarınıza, 'barış, çözüm, müzakere.'
Ortada bir savaş yoktur, karşılıklı ordular yoktur, savaşan iki millet yoktur.
Ortada yalnızca bir savaş olduğunu millete ezberletmek isteyen şimdilerde aralarına İslamcı Kürtçülerin de katıldığı eski tüfek Marksistlerden oluşmuş sivil/gönüllü PKK müfrezeleri vardır. Bahse konu savaş, bu /sivil gönüllü PKK müfrezelerinin Türkiye ile bitmeyen savaşıdır ve dolayısıyla barışı da, çözümü de, müzakereyi de onlar istemektedir, onlar yürütmektedir.
Türkler ve Kürtler bu savaşın da, barışın da, müzakerenin de ve çözümün de dışındadırlar.
İyi ki de dışındadırlar Türkler bu savaş denilen durumun...
Ya içinde olsalardı?!