Bu bedeli dindarların hepsi ödeyecek!
1989 mahallî seçimleri Turgut Özal’ın iktidarına vurulan en büyük darbeydi... SHP bu seçimlerde büyük sıçrama yapmış, başta büyükşehirler olmak üzere yüksek oranda belediye kazanmıştı... Böylelikle sosyal demokratlar ciddi bir hava yakalamıştı...
Kim bilecekti bu başarının, arkasında ne gibi enkaz bırakıp, solu ve sosyal demokrasiyi yara-bere içinde bırakacağını? Belediyelerde yaşanan yolsuzluklar, o sıçramanın kalıcı kimliğe kavuşmasını engelledi... Başta İSKİ olmak üzere arka arkaya patlayan skandallar, solun üzerine büyük bir maliyet bindirdi... Kendilerini öyle hissedenler bile ‘sosyal demokratım, solcuyum’ diyemez hâle geldiler... Çünkü bu kavramlar, patlayan skandallar yüzünden artık kara mizahın konusu olmuş, insanlar arasında ve medyada karikatürize kimlik kazanmıştı... Öyle bir anafor meydana gelmişti ki, Nurettin Sözen gibi dürüstlüğüyle bilinen bir belediye başkanı bile silinip gitmişti...
Ülkeyi sarsan İSKİ skandalında söz konusu olan ‘klor yolsuzluğu’ndaki para miktarını hatırlayan var mı? Oranlama yoluyla hatırlatalım, bugün konuşulan yolsuzluk rakamlarının binde biri değildi!.. Hatta şimdikilerin telefon tapelerinde ‘kuruş’ diye isimlendirdikleri kadardı!.. Ama o skandal birkaç sonuç doğurdu... Nurettin Sözen’i siyasetten tasfiye ederken, Genel Müdür Ergun Göknel’i cezaevine yolladı... En önemlisi sosyal demokratları çok uzun bir süre, göğsünü gere gere “Sosyal demokratım” diyemez hâle getirdi... Bu acımasız bir sosyal maliyetti ve bundan kaçılması mümkün değildi... Aslında bugün bile hatırlanıyor ve hatırlatılıyor olması işin vahametini ortaya koymaya yetiyor...
Gelelim bugüne, yani ‘klor yolsuzluğu’nu binlerle çarpan yolsuzluklar devrine... Suçlular eninde sonunda yaptırımlarla karşılaşacaklar... Kimisi cezaevine düşecek, kimisi kaçacak, bundan kurtuluş yok elbette... Ama esas büyük tehlike ‘Müslüman’ imajına düşen gölge... Eğer bu yolsuzlukların sosyal maliyeti bundan sonraki nesillerin ‘Müslüman’ım’ derken başını öne düşürmek olacaksa, işte esas tehlikelerden birisi budur...
‘Müslüman’ kimliğini vurgulaya vurgulaya yöneticilik yapılırken içine düşülen pisliğin, ardında ‘sosyal enkaz’ bırakmaması mümkün mü? Sıcak para, sıcak koltuk, o koltuk için verilen sıcak savaş, bu savaşa göre hizalanma hırsı gibi faktörler yakın zamanda ortaya çıkabilecek bu sosyolojik bedeli bugün görmeyi engellese de bu riski kestirmek gerekiyor... Nasıl ‘sosyal demokrat’ kimlikle siyaset yapanların günahını bütün sosyal demokrat kimliğini öne çıkaranlar ödediyse, bugün ‘Müslüman’ kimliğin arkasında siyaset yapıp, yolsuzluğa ve hırsızlığa bulaşanların günahlarının bedelini ‘Müslüman’ kimliği ödeyebilir!..
‘Suçların şahsîliği’ bir hukukî prensiptir ve geneli kapsamaz ama ‘suçluların şahsîliği’ diye bir kural yoktur ve acımasız şekilde geneli kapsar... Sadece suçluya değil, o suçlunun ister istismar etsin, ister samimî olsun, savunduğu veya korunmaya yaradığı değerleri paylaşan herkese büyük-küçük bedel ödetir... Sosyal pratikte kaçınılmayacak bir akıbettir bu...
Bu bedeli dün ‘sosyal demokratlar’ ödedi, yarın da sadece suçlu ‘dindarlar’ değil, masum dindarlar da ödeyecek... Uzunca bir süre ‘dindar’ kelimesiyle ‘yönetici’ kelimesi yan yana geldiğinde insanların midesi bulanabilecek...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dindarlığın üzerine düşen bu ağır gölgeyle ilgili bir düşüncesi yok, ‘mâlûm memuriyet’gereği olamaz da!.. Keşke bu ülkenin fikir namusunu koruyan ilahiyatçıları çıkıp, bağıra bağıra gelen bu erozyonla ilgili açık açık konuşup, nesilleri etkileyecek tehlikeye dikkat çekseler... Havuz medyasında ‘saray müftülüğü’ yapan hocalar ve ‘sıcak savaş’ta kılıç sallamayı ‘hakkı dillendirmek’ten daha değerli gören İslâmcı kalemlerden bunu idrak ve gereğini yerine getirmeyi bekleyemeyiz... Çünkü onlar bu ağır günahın en büyük ortakları... ‘İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak’ yerine, ‘kötü’ kendilerininse onu yüceltmeyi ‘din’ gibi sunarak, ancak ‘fitne’ literatürünü genişletmeyi tercih ediyorlar...