Böyle olur garibin ölümü!
İnsanların çoğu duymadılar bile Kürşat Metin’in ölümünü... Memleketinden bin kilometre uzağa gitmişti rızkı için... Kahpeliğiyle nam salmış ama bugün ‘muhatap’ rütbesine yükselmiş bir terör örgütünün kurbanı oldu...
“Buralar bizim... Karakol da yapamazsınız, baraj da” diyen gerçek paralel yapı onun savunmasız vücudu üzerinden diş gösterdi yine... Bölgede hâlâ var olduğunu zannettiği devletine güvenmişti belki de... Ilısu Barajı inşaatında çalıştığı gerekçesiyle önce tehdit edildi, düşman nazarların ‘resmen’ azdırıldığı coğrafyada şehit edildi...
Dargeçit’te dünyaya gözlerini kapadığında, tam da Yunus’un yüzyıllar önce söylediği gibi oldu her şey: “Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin...”
Anası, havuzu, amirali, yaveri... Medyanın ezici çoğunluğu bu haberin üzerinde durmadı, duramadı, yazmadı, yazamadı, işine gelmedi... Sonuçta esas olan ve üzerine titrememiz gereken ‘açılım’dı, bu tür provokatif eylemleri abartmamak lâzımdı!.. Analar ağlamayacaktı, zaten onun anası da anadan sayılmazdı!..
* * *
Açılım güllerinden şarkıcı Rojin, Diyarbakır-Mardin-Silopi, turluyordu... Kendisi Kürşat Metin gibi sahipsiz olmadığı için çok şanslıydı... Devletimiz büyüktü, onu yalnız gezdiremezdi... Nusaybinli Rojin’e Mardin il sınırları içinde Mardin Emniyeti’ndeki polisler eşlik etmişti...
Diyarbakır’a geçtikten sonra koruma nöbetini devralacak ekip il sınırına doğru giderken trafik kazası geçirdi... Olayda Ahmet Yıldırım, Ömer Mercimek ve Sıtkı Kara isimli polisler şehit oldu... Yine de ‘hizmet’ aksamadı, yeni ekip tahsis edilerek Rojin’e eşlik ettirildi...
Rojin’e eşlik için hiçbir fedakârlıktan kaçmayan irade, açıktan tehdit edilen savunmasız vatansever Kürşat Metin’i koruyamadı... Mevsim itibariyle Kürşat Metin öncelikli de değildi, ayrıcalıklı da... Terör örgütünün ‘hâkimiyet’ ilân ettiği bölgede suç işliyordu!.. Baraj inşaatında çalışıyordu!..
Şimdi aile nereye başvursun adalet aramak için? PKK’nın yasakladığı ‘T.C. mahkemeleri’ne mi, yoksa valilerin, kaymakamların, askerlerin, polislerin, savcıların, hâkimlerin, kim varsa herkesin bildiği o çadır mahkemelerine mi?
Bu korkunç çelişkiyi Yunus’un o şiiri bile açıklamada yetersiz kalır... Ölen, bir gösteride PKK’lı olsaydı, şimdi o ismi hepimize ezberletmişlerdi televizyon televizyon... Kürşat olunca, gariban olunca, vatansever olunca, sahipsiz olunca çıt yok...
* * *
Aydınının, sanatçısının, gazetecisinin bu kadar ‘şeref özürlü ve çifte standart sahibi’ olduğu başka bir iklim var mı acaba yeryüzünde? Gazeteciler günü kutlanır, daha beş yıl önce, teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde, İsmail Güneş telefonda imdat isteye isteye soğuktan donarak can verir, o cemiyetler tarafından adı anılmaz bile... Öteden beri öldürülen gazeteciler anılırdı ama ideolojik önyargılarla donanmış meslek örgütleri şehit gazeteciler İsmail Gerçeksöz ve İlhan Darendelioğlu’nu ısrarla saymazlardı... Bugün Cengiz Akyıldız’ı saymadıkları gibi... Saymazlardı, çünkü onlar gazeteci sayılmazlardı!.. Hatta insan bile sayılmazlardı!.. Ölümün imtiyazı nasıl Uludere’ye düşer de Başbağlar’a asla düşmez idiyse, esas olan ya ölenin kimliğiydi ya da şimdiki gibi açılıma gölge düşürme ihtimaliydi!..
Yok sayıldı Kürşat Metin ve kazandan düşüldü... Hayat normale döndü!.. Diyarbakır’da geçtiğimiz Ağustos’ta birer gün arayla iki polis şehit edilmişti... Emniyet Müdürü ve ardından İçişleri Bakanı ışık hızıyla açıklama yaptılar ‘adlî vaka’ diye... Bir gün içinde olayın türünü bilecek kadar bilgi sahibi olduklarına göre, faillerin niye hâlâ tespit edilememiş ve yakalanmamış olduğunu bugün soran bile yok!..
Acaba garip gibi ölen; üç gün sonra duyulan ve soğuk su ile yıkananlar Kürşatlar, Ahmetler, Aliler mi, yoksa devlet mi?