Boşuna umutlanmayın
Biliyorum, Amerika’sından, Avrupa’sından cesaret alıyorsunuz. Biliyorum, iktidarın tavizkâr politikasından cesaret alıyorsunuz. Biliyorum, birçok gazete yazarından ve televizyon yorumcusundan cesaret alıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki sonuna kadar yanınızda olacaklar. Atıp tutuyorsunuz, efeleniyorsunuz, gözdağı veriyorsunuz, tehdit ediyorsunuz.
Boşuna umutlanıyorsunuz. Kendi kuvvetlerine güvenmeyen, ondan bundan yardım uman hiçbir hareket başarıya ulaşamaz. Belçikalarda, ABD’lerde ne söylerseniz söyleyiniz, nasıl dil dökerseniz dökünüz, sonunda kendi güçlerinize güvenmek zorundasınız. Kürtçe konuşan insanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarıdır; yüzlerce yıldan beri birlikte yaşadığımızın şuurundadırlar. Tarih birliğimizin, kültür birliğimizin, kader birliğimizin farkındadırlar. Sizin arkanızda olacaklarını zannedip boşuna ümit beslemeyin. Üç beş çapulcunun ve dağ eşkıyasının peşinden gitmeyeceklerdir. Bütün Türk milleti, yekpare bir bütün olarak karşınızdadır. Hangi partiden olursa olsun, hangi mezhebe bağlı bulunursa bulunsun bütün Türk milleti, vatanın bölünmez bütünlüğü konusunda hemfikirdir. Türkler tehlikeyi biraz geç görür, geç kavrar; ama bir kavradı mı yekpare bir bütün olur ve vatanı bölmek isteyenlere dünyayı dar eder.
Siz bu memleketin ordusuyla başa çıkacağınızı mı zannediyorsunuz? Silahlı kuvvetlerimizin, açılım maçılım diyenlere kulak asıp görevinin kutsallığını unutacağını mı sanıyorsunuz? Üç beş çenebaz, beş on kalembaz durmadan konuşup yazıyor diye askerimizin görevini bırakacağını mı sanıyorsunuz? Üniter yapının zedelenmesi, ülkenin bölünmesi söz konusu olunca Amerika, Rusya, Avrupa filan dinleyeceğini mi sanıyorsunuz? Ve nihayet bu milletin, ordusunun arkasında olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Öyle düşünüyorsanız vay hâlinize!
Birkaç söz de köşe kalembazlarına ve TV çenebazlarına!
Bu ülkenin havasını soluyor, ekmeğini yiyor, suyunu içiyorsunuz. Dünya konjonktürü, küreselleşme filan diyerek, bilmiş edalarla göz süzerek, görmüş geçirmiş havalarla inciler dizerek insanlarımızı kışkırtmayınız. Tarih ve kader birliği içinde olduğumuz vatandaşlarımızı Türkiye’den koparılacak bir devlet hayaline kaptırmayınız. Dere tepe demeden, kara borana aldırmadan ülke savunması için gazi olan, şehit veren ordumuza karşı rahat koltuklarınızdan ahkâm kesmeyiniz. Komutanlarımızın vakarına aldanıp yüksek perdeden konuşmayınız. Şeref kelimesi fazla tedavülde değilse de zihinlerden ve yüreklerden silinmemiştir. İnsanlarımız şan ve şerefin nasıl kazanılacağını, şerefsizlik çamuruna kimlerin, nasıl bulanacağını çok iyi hisseder, çok iyi bilir. Biliyorum, şimdi siz benim üslubuma takılacaksınız. Atıp tuttuğumu, nesnel olamadığımı falan düşüneceksiniz; belki de yine bilmiş edalarınızı takınıp bıyık altından güleceksiniz. Fakat biliniz ki bir ülkenin insanları vatanlarını tehlikede hissederlerse ne küresel dinlerler, ne liberal... Onlar için önemli olan vatandır; uğrunda ölünecek olan vatandır. Akif’in dediği gibi kükremiş sel olup taşarlar. Ben size olabilecekleri, insanımızın kimi nasıl değerlendirebileceğini, hatta değerlendirdiğini haber veriyorum. En katı nesnellik, şu katı toprağın üstünde yaşayan insanların kalbindedir. İnsanlarımızın kalbine bakıp onları anlamaya çalışınız.
Şeref kavramı ölmediği gibi kahramanlık kavramı da ölmemiştir. Kahraman gözünü kırpmadan tehlikeye atılan adamdır. Tarihimizin kahramanları insanımızın kalbinde en heyecanlı duygularla yaşamaya devam ediyor. Onların yaptıklarını belki “nesnel” olarak bilmiyor; fakat “öznel” olarak onları bir “kutsallık” halesiyle kuşatıyor ve kalbinin en derin, en mutena yerinde saklıyor. Yıldırım deyince heyecanlanıyor, Fatih deyince coşuyor, Genç Osman deyince, Köroğlu deyince yüreği güm güm atıyor, Atatürk deyince on binler olup Anıtkabir’i dolduruyor. Bu bir “psiko-sosyal” gerçekliktir ve bu gerçeklik dalgası önünde hiç kimse duramaz.
İşte ben size bunları hatırlatıyor ve “boşuna umutlanmayın, boşuna umutlandırmayın” diyorum.
İsrail’e nasıl karşılık vermeli?
Elbette “van minüt” diyerek değil. Yani lafla değil. Uluslararası sulardaki bir İsrail ticaret veya yolcu gemisini çevirir; Türk limanlarından birine çekersiniz. İçindekilere zarar vermeden. Sonra da “gönder insanlarımı, al yolcularını” dersiniz. Şu yiğitliğinizi görelim mi? Yoksa yine yüksek perdeden konuşmakla mı yetineceksiniz?