Bölünmeye giden yol
Otuz yıllık bölücülük sahnesinde bu defa “Kürdistan” adlı senaryo vardır. Oyun bu aşamaya uzun gaflet, delalet ve hıyanetlerin sonucu olarak gelmiştir.Sahne ilk önce “Kürt gerçeğini tanıyoruz” diyerek açılmıştı. Böylece sorunun adının konduğunu ve “inkar” ın sona ermesinde önemli bir eşiğin aşıldığı ifade edilmişti.
Bir süre sonra da Kürt gerçeğini tanımakla bu işin bitmediğini ortada bir de “Kürt Sorunu” olduğunun bunun çözülmesi gerektiği dillendirilmeye başlandı. Tayip Erdoğan “Kürt Sorunu vardır... Benim sorunumdur” deyiverdi. Böylece sorunun adı da konulmuş oldu!
Sıra sorunun çözümüne gelmişti. Tayip Erdoğan, sorunu ‘asimilasyon ve inkâr’ politikasını reddederek çözüldüğünü ifade ederek şunu söylemiştir: “Kürt sorunu yoktur. Kürt kardeşlerimizin sorunu vardır”. Bu da bölücüleri tatmin etmeyecekti.
Nitekim bölücü cenah, bu defa “Kürt tanındı, sıra PKK’nın tanınmasına gelindi” söylemlerini dillendirilmeyi başladı. Bu arada da malum mihraklar her yanda “irademiz Öcalan” çıkışları yaptılar. Erdoğan İktidarı, bu kez de devleti “İmralı’da Öcalan’la, Oslo’da da PKK’yla muhatap” ederek sorunu çözmeye kalktı.
AKP kurmayları, Atlantik Konseyinden Uluslar Arası Kriz Grubuna, TESEV’denVamık Volkan’a uzanan bir çok raporu bir araya getirerek, sözde “Çözüm Süreci”ni başlattı. Ardından da “demokratikleşme paketi” ni devreye
soktu.
Attığı adımların hangi sonuçları doğuracağını kestirmeden aciz iktidar, bölücü talepleri halka “hazmettire hazmettire” kabul ettirme stratejisini devreye soktu. Akil adamlar komisyonu, Büyük Şehir Belediye Yasası, Herkesin kendisini en iyi ifade edebileceği dilde eğitim, Türkçe olmayan yerlerin eski adlarının iadesi vb. düzenlemeler bu düşüncenin sonucu olarak şekillendi.
Bu defa bölücü mihraklar ortaya “Kürtlere statü, Öcalan’a özgürlük” talepleriyle ortaya çıktı.
AKP iktidarı bu taleplerin kimlik, özgürlük, eşitlik ve barışla değil bölgede gelişen konjonktürle yakından ilgili olduğunu bir türlü anlayamadı. AKP, taleplerin adım adım bölgeyi Türkiye’den koparmaya yönelik olduğunu bugün dahi anlamış değildir.
Devletin kırılma noktası ise terörist başı Öcalan’ın mesajının Diyarbakır’da AKP iktidarının teşvikiyle toplanan kitlelere okutulmasıdır. Böylece AKP iktidarı tarafından bölge halkı nezdinde sosyalist Kürtçü hareket olan PKK meşrulaştırılmış hatta yasallaştırılmıştır.
Süreç sonucunda Mesut Barzani de Diyarbakır’a davet edilerek milliyetçi Kürtçü hareket te bizzat başbakan tarafından meşrulaştırılmıştır.
Tayyip Erdoğan’ın “Kürdistan” ifadesini kullanması da kelime olarak küçük, bölücülük için çok büyük bir kazanım sağlamıştır.
Şimdi bölgede yaşayan halk olarak “Kürt”, dil olarak “Kürtçe”, bölge olarak “Kürdistan” olarak ifade edilir hale gelmiştir.
Bölücü cenah, Başbakan Erdoğan’dan aldığı cesaretle Türkiye’nin Güneydoğu’suna “Kuzey Kürdistan”, “Türkiye Kürdistanı”, “coğrafi Kürdistan” demeye başlamıştır.
Bölücülerin -ısrarla ve inatla- “Kürdistan” kavramını kullanmaları nedensiz değildir. Kürdistan kavramını yasal ve anayasal metinlere geçirtmek için BDP büyük bir gayret içine girmiştir.
Bütçe Tasarısı ve Plan-Bütçe Komisyonu Raporuna 17 kez “Kürdistan” ifadesini bu nedenle sokmuşlardır. Rapora “Türkiye Kürdistanı”, “Kürt halk önderi Öcalan”, “PKK Gerillaları”, “Rojava” gibi tabirler özellikle konulmuştur. Türkiye’nin Güneydoğusuna “Türkiye Kürdistanı”, Teröriste “gerilla”, terörist başına “halk önderi” unvanı vermek aslında onlara yeni bir statü sağlamak anlamına gelmektedir.
BDP’nin rapora yazdığı şerhteki ‘Kürdistan’da eşitsiz gelişim ve ekonomik sömürü’ başlığını taşıması ilginçtir.
Yaşananlar karşısında MHP, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu 2014 Yılı Merkezi Yönetim Raporu’nda yer alan bu ifadeler sebebiyle Meclis Başkanlığı’na başvurmuştur. MHP, bu ifadelerin raporda değiştirilmemesi halinde Meclis Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerine katılmayacaktır.
Bunca olana bitene MHP’nin dışındaki partilerin sessiz kalması ise ibret vericidir.