Bölücülüğün dayanılmaz cazibesi!
Bölücülük ve ayrımcılık Türkiye’de en çok satan mal haline gelmiştir. Bu ülkede sorunları çözecek olgunun etnik/mezhep türünden farklılık ve ayrışma olduğuna inanan bir sürü insan var. Onlar inandığı ya da inandırıldıkları dogmalara put mertebesinde bağlıdır. Toptancı, indirgemeci ve itham edicidirler. Sorunların kaynağını sürekli karşı tarafta ve kendi dışlarında unsurlarda ararlar.
Her sorunun cevabını bildiklerine inanırlar. Ortak payda ve değerlere karşı duyarsız, karşılarındakileri suçlamaya karşı da ayarsızdırlar. Dünyaya etnik, klik, aşiret ve mezhep ayrılıkları temelinden bakarlar.
Onlara aynı tarihin, kültürün, coğrafyanın ve değerlerin çocuklarısınız derseniz, “ne önemi var” türünden cevaplar alırsınız. Düğün, töre, adap, gelenek, görenek benzerliğinden söz edersiniz, “olsun ne fark eder” derler. Kökünüz, damarınız, değerimiz bir değil midir, diye sorduğunuzda bir süre susarlar sonra da “ancak” ile başlayan cümleler kurarlar. Anadolu coğrafyasında pazarların, mezarların ve nazarların bir olduğunu ve birbirine karıştığını hatırlattığınızda da önce yutkunur sonra da “ama” derler. ’İbadetinizi aynı kıbleye dönerek yapıyorsunuz, aynı şeylere gülüyor, aynı şeylerden de üzüntü duyuyorsunuz’deseniz de adamlar “olsun ne önemi var” der. ‘Dününüz birdi, gününüz de bir olmalıdır’, dediğinizde adamlar önce arkalarındaki küresel desteği düşünür ardından “hayır” derler. Kız aldınız, kız verdiniz, hem buradasınız hem de onların içindesiniz diye hatırlatırsınız, o zaman da “tamam ancak” diye söze başlarlar. İç içesiniz, etle tırnak gibisiniz dediğiniz de “geçiniz onları, geçiniz” türünden sözler ederler.
Kendisini bölücülük illetine kaptıranların zihni melekeleri böyle çalışır. Onlar size “hangi dindensiniz” diye sorduklarında “Elhamdülillah Müslüman’ım” diye cevabını verirseniz, bu kez de “hangi mezheptensiniz” diye sorarlar. Ona da “Sünni” cevabını alınca bu kez de “Türk Sünni mi yoksa diğeri mi” diye devam ederler. Yeterince tefrika sokamadıklarını fark edince de bu kez “o halde hangi tarikat ya da cemaattensiniz” diye sorarlar. Falanca cemaatten deyince de “o cemaatin hangi şeyhine bağlısınız” derler. Yine yeterince ayrışmadıysanız bu kez de açık ya da kapalı baş, sarkık ya da kırpık bıyık, türban ya da baş örtüsü, gümüş ya da altın yüzük türünden sorulara muhatap olursunuz. Zira zaman fitne, fesat ve tefrika zamanıdır!
Bölücülük ideolojisine kendilerini kaptıranlar adeta ‘siz bırakın birlik, dirlik ve bütünlük gibi resmi ideolojinin kavramlarını da şu farklılıklardan, başkalıktan ve ötekilikten bahsedin’ derler. Çünkü zaman ayrışma, bölünme, tefrika ve didişme zamanıdır. ‘Lif lif, damar damar ayrışın!’ demeye getirirler. Ve sizi adeta federasyondan, eyaletleşmeden, özerklikten, bölücülükten söz etmeye zorlarlar.
İşin bir de öbür yanı vardır: ’Ayrışmanın demokrasi ve insan haklarının gereği olduğunu söylediğinizde’ise alkış seline tutulursunuz! Derhal birilerinin gözleri fal taşı gibi açılır! Milletin birliği ve devletin bölünmezliği gibi vurguların anayasadan çıkarılması gerektiğinden söz ettiğinizde, sizi konuk etmek için televizyon kanalları sıraya girer. Siz artık bir süper demokrat olmuşsunuz demektir.
Satılanı üretmek pazarlamanın kuralıdır. Onun için bölücülük, ayrılıkçılık, etnikçilik, azınlıkçılık gibi türden soyut malların müşterisi çoktur. O halde demokrat, popüler, ilerici ve çağdaş olmak istiyorsanız, birliğe karşı ayrılığı; benzerliğe karşı farklılığı; bütünlüğe karşı parçacılığı savunmalısınız!
Bu da yetmez. Demokrasi, bölücülük için araç; insan hakları, bütünlüğe ihanetin fırsatı olarak kullanılmalıdır. Sonuçta farklılık imtiyaz, ayrılık marifet sayılmalıdır! Demokrat olmak için el ağzı ile konuşarak, yaban ellerden yardım alarak, yaban kapılardan beslenerek bölücülük yapılmalıdır. Çünkü bölücülük, zamanın cazibe merkezidir.