Bölücü terörün kökü niçin kazınamıyor?
Siyasi iktidarın henüz cevabını vermediği/veremediği sorular şöyle: Ne oldu da, 2002’de dibe vuran bölücü terör yeniden kan dökmeye, yeniden insanlarımızı şehit etmeye başladı? Nasıl oldu da, devlete meydan okuyarak, kamuoyunun önünde alenen pazarlık yapacak konuma geldi? Niçin, AB-AKPM-ABD belgelerine yoğun bir şekilde girerek, uluslararasılaştı? Terörle mücadele yasaları, AB ülkelerinde daha da ağırlaştırılırken, bizde niçin yetersizleştirildi? Neden, güvenlik güçlerinin “batıdaki kadar yasal yetki” isteği, göz ardı edildi? Ne oldu da, bölücü terör unsurları ülkemizde siyasallaşıp, TBMM’ye girdi? Toplumdaki gerilimin tırmandırılması neden seyrediliyor? Siyasi iktidarın bölücü terörle çok yönlü mücadele için hazırlanmış, bir planı neden yok? Evet bu can alıcı sorular çoğaltılabilir. Soruların her birinin ayrı bir yazı konusu yapılması da mümkün. Ancak bizim için 1. derecede önemli olan bu sorulara iktidarın cevabının olmayışıdır. Hatta tam tersine görüşler serdedildiğine şahit oluyoruz. Mesela; “demokrasiyi” daha da derinleştirmek, “özgürlükleri” daha da artırmak gibi. Bazen bu maskeli ifadenin ötesine de geçilerek, millet ve etnisite aynıymış gibi, Türkiye’de “27 etnik grup” un varlığından söz edilip, (Bu da büyük bir yalandır) sosyolojik bir gerçek olan “Türk kimliği” yerine, dünyada benzeri görülmeyen, “vatandaşlık kimliği” getirilmek isteniyor. Çok iyi biliyoruz ki, bu PKK’nın iddiası. Bunun örneklerini, Yugoslavya ve “demokrasi” getirilen Irak’ta görüyoruz. Birincisi 300 bin, ikincisi, şimdiden 1 milyon insanın hayatına maloldu.
İnsanlığın acı tecrübeleri böyle. Etnisite/ırk/mezhep esasına dayalı bir devlet düzeni peşinde koşanları bekleyen akıbet budur. Açıktır ki, bu kirli projenin sahibi emperyalist “batı/haçlı” dır. Tek kimlik yerine çok kimlikliliği öngören “Sivil” Anayasa da böyle bir felsefeden hareket ediyor.
Büyükanıt çok açık konuştu
Genekurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Harp Akademilerinde çok önemli bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın konumuzla ilgili bölümlerini özetleyelim. Büyükanıt;
1.Terörle mücadelenin, özde hiçbir zaman olmadığını, bu konuda uyarılan dost ve müttefik ülkelerin yardım bir yana, dolaylı veya dolaysız bir şekilde teröre desteğe devam ettiğini, terör örgütünün dışarıdan destek almadıkça varlığını devam ettiremeyeceğini,
2. DTP’lilerin, PKK’lıları “kardeş” saydığını, onlara terörist dersek “sizleşiriz” zihniyetinde olduklarını, bu soruna hukuk içinde çözüm bulmanın zorunlu olduğu, “On binlerce Mehmetçiğimiz dağlarda terörle mücadele ederken, ülkenin başkentinde bu tarz konuşmaların” yapıldığını,
3. Irak’ın kuzeyindeki oluşumun konfederatif yapıya dönüşmekte olduğunu, uygun bir zamanda, bağımsız bir devlet ile karşı karşıya kalacağımızı, böyle bir durumun ise “..birinci derecede risk” oluşturacağını,
4. PKK ile Irak’ın kuzeyindeki oluşumun, “Ülkemizin ve rejimimizin temel direkleri üniter, ulusal ve laik devlet yapımız” ı hedef aldığını,
5.TSK’ya yapılan saldırıların, ülke içinden de desteklenen, ülke dışı saldırılar olduğunu, hiçbir ülke silahlı kuvvetlerinin bu kadar sistematik ve önyargılı saldırıya hedef olmadığını, her şeyin bir hududunun olduğunu açık ve kararlı bir şekilde anlatıyor..
Ahbap çavuş ilişkisi mi?
Genelkurmay Başkanı yürekten ve açık konuştu, ama ilk cevabı da Başbakan Erdoğan’dan aldı. Erdoğan, “Şu anda parlamentoya yasalar içerisinde geldiler, yasalar dışında değil. Eğer yasadışı bir şey varsa gereğini yapmak yargıya düşen bir şeydir.” dedi.
Bu belli de, böylesine çarpık yasa olur mu? Bunları düzeltmek iktidarın görevi değil mi? Bu hayati görev niçin yapılmıyor? Engel olan ne? Sonra her işte “kıble” yapılan hangi batı ülkesinde terörist ve yandaşları parlamentoya seçilebilir, bunun cevabı var mı?
Sıradaki 2. cevap, Ahmet Türk. DTP Başkanı “Bu açıklamayı doğru bulmuyoruz. Bu bir linç politikası. Biz toplumsal barışı gerçekleştirmek isterken ötekileştirmeye yönelik, susturmaya yönelik girişim var. Birileri tatmin olacaksa her şeye hazırız, ölmeye de” diyor.
Bunlar, PKK şartlarının kabulüne “Barış” , bölücü terörün kınanmasına “Ötekileştirme”, bin yıllık birliğin sürdürülmesine, “Susturulma girişimi ve linç” diyorlar. Kandilin siyasi temsilcileri, sahibinin sesi böyle konuşuyor. Konuşana değil konuşturana bakmalıyız.
Bitmedi. 3. cevap da, Türkiye’nin “demokratikleşmesi-özgürleşmesi” için “kendini helak eden” Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth’tan. Cürete bakın, “Türkiye’de barışçıl bir perspektifi teşvik etmeyen birisi varsa, o da Sayın Büyükanıt’tır. Demokratik yollarla seçilmiş olan politikacıları Meclis’ten kovma girişiminde bulunduğunu görüyorum” buyuruyor.
Teşbihte hata olmazmış. “Taşlar bağlanınca her şey olur.” Bu azgınlıkları anladıkta, Herkese cevap yetiştiren Başbakan acaba, içişlerimize karışan, TSK’ya dil uzatan Roth’a ne demiş? Cevap ha, hayret, belki de memnuniyet.
Şimdi önce Diyarbakır’da toplanan “Uluslararası Kürt Konferansı” dan söz edelim, sonra başa dönüp, bölücü terörün kökü niçin kazınmıyor diye soralım mı?