Boğaza üçüncü köprü cinayettir: Tayyip Erdoğan 1994
Sözcü gazetesinin 27 Ağustos 2016 tarihli sayısında Can Ataklı hatırlattı. Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında, 1994 yılında "Boğaza üçüncü köprü cinayettir." demiş. 1995 yılında da "İnşallah bu projeyi hayata geçiremeden yeni hükümet göreve gelir." diye konuşmuş.
Şimdi demokrasimizle övünüyoruz ya... Mesela şöyle bir şey olsa. Boğaza üçüncü köprünün açıldığı 26 Ağustos günü töreninde beş on kişi kocaman bir pankart açsa ve pankartın üzerinde de "BOĞAZA ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ CİNAYETTİR / TAYYİP ERDOĞAN 1994" yazısı bulunsa, canlı yayın sırasında bu pankart sık sık ekranlarda görünse nasıl bir demokratik davranış gösterirdik acaba? Bence sorunun cevabı bellidir ama neme lazım, pişmiş aşa su, bitmiş köprüye kuşku katmayalım şimdi.
Söz demokrasiden açılmışken devam edelim.
Biliyorsunuz, rektörleri seçmek için üniversitelerde oylama yapıyoruz. Adaylar bazen kıran kırana mücadele ediyorlar. Seçim yapılıyor, alınan oylara göre adaylar sıralanıyor. İlk altıya girenlerden üçünü de YÖK belirliyor ve cumhurbaşkanına sunuyor. O da üçünden birini rektör olarak belirleyip tayin edecek. Aaa, bir de bakıyorsunuz; oylamada üçüncü, dördüncü, hatta beşinci olmuş adaylardan biri rektör seçilmiş. Son zamanlarda nedense birincilere pek rağbet yok. Daha az oy alanlar üst katlarda daha itibarlı. Bu da demokrasi anlayışımızın ne kadar yüksek seviyelerde gezindiğini gösteriyor değil mi? Zavallı adaylar da niye kıran kırana mücadele ediyorlar, hiç anlamıyorum. Öğretim üyeleri de oylarının bir değeri varmış gibi seçim sandıklarına koşuyor. Eh, demokrasi kahramanlarına da böyle bir seçim yaraşır elbette!
Siyasi partilerde yönetici ve genel başkanların, milletvekili adaylarının nasıl seçildiğinden çok söz ettik; tekrarlamayalım. Tekrarlamayalım ama AKP'deki son genel başkan değişiminin harika bir demokrasi örneği oluşturduğunu da söylemeden geçmeyelim.
***
Bu arada hukukumuz yeni bir ölçüt, yeni bir ilke kazandı: Milat noktası. Bundan sonra suçlar, iktidarlar tarafından belirlenen milat noktasına göre değerlendirilecek. İktidarın belirlediği milat noktasından sonraki işler suç sayılacak, öncekiler sayılmayacak. Aksi de olabilir tabii. Yönetici der ki hayır, öncekiler suç sayılacak, sonrakiler sayılmayacak. Eh savcı ve hâkimlerimizin de vicdanları bağımsız, boyunları kıldan ince ya, onlar da yeni hukuk ilkelerine göre işlem yaparlar. Bağımsız yargı da demokratik sistemin ayrılmaz bir parçası olduğuna göre yeni hukuk ilkesiyle ülkemizin elde ettiği kazanımı hiç küçümsemeyelim.
Bu arada ülkemizdeki demokrasinin zaafından mı gücünden mi bilinmez, bu FETÖ'cülerin sızmadığı makam, sinmediği mevki, girmediği delik kalmamış. Sorumluların mı desem, sorumsuzların mı desem gözlerinin önünde çok üreyen yaratıklar gibi durmadan üremişler ve her yere yuvalanmışlar. Gözler dedim de... Bakışlar da çeşit çeşit biliyorsunuz. Himayekâr olanları var, tehditkâr olanları var. Demokrasilerde de tehdit değil himaye önemlidir biliyorsunuz. Neyse biz yine dönelim FETÖ'cülere. Oradan buradan, o bakanlıktan bu başkanlıktan, kolluktan güvenlikten, hasılı kelâm akla gelen gelmeyen her yerden bazen yüzlerce bazen binlerce FETÖ fışkırıyor. Açığa almalar, göz altılar, tutuklamalar... Fakat CHP milletvekilleri Muharrem İnce ve Tanju Özcan gibi benim de aklıma takılıp duruyor. Bir yer var ki oraya hiç mi girmemiş bu haşhaş yiyiciler? Seçim kurullarından, Yüksek Seçim Kurulu'ndan filan hiçbir haber almadım. Ben mi atladım, yoksa gerçekten seçim kurulları bir şekilde bunların sızmasına engel mi olmuş? Öyle ya, kritik yerlere öncelik veren bir örgüt seçim kurullarını nasıl olmuş da ihmal etmiş?
Eğer gerçekten FETÖ'cüler seçim kurullarına sızamamışsa bunu da demokrasimiz adına çok önemli bir başarı kabul edeceğim. Çünkü... Çünkü demokrasinin olmazsa olmazı seçimler. Bunun da olmazsa olmazı seçim güvenliği.
Maazallah, ya bir de bu kurullara sızmış olsalardı? Şeytan kulağına kurşun!..