Bize her yer Selâmsız!
Doğru söylemiş Bakan: “Karıştırırsan müdür olamazsın!..” Mesela Başbakan “Çantamı kap gel Suat” deyince, Suat Kılıç o heyecanla çanta yerine elbise askısını kapıp Başbakan’a götürseydi veya çantayı Başbakan yerine “Buyrun serkomserim” diyerek çaycıya teslim etseydi, elbette Bakan kalamazdı...
Siyasetçide yerleşik kültürdür, her gittiği yere ‘Selâmsız Bandosu’nun beldesi muamelesi yapmak... O, cisminden büyük ismiyle hep beklenen, yolları gözlenen adamdır!.. Ağzından boş lâf çıkmaz, ne çıkarsa ‘hikmet’tir!.. O konuşmaz, bahşeder!.. İnsancıklar onu görmekle mutlu olmayı bilen, elleri sıkıldığında, hatta bir de yanakları öpüldüğünde bahtiyar olan varlıklardır!.. Ondan fırça yemek bile her kula nasip olmayacak tarihî bir andır... Eskiden bir tren camından, ahalinin yüzüne bakmadan da olsa el sallaması bile büyük lütuftu!.. Şimdi bir twitter mesajı o işi görebiliyor çok şükür!..
Bazı siyasetçileri ne zaman görsem, aklıma Tosun Paşa filminin o unutulmaz sahnesi geliyor... Malûm, Tosun Paşa rolü oynaması istenen Şaban bu işi becermekte zorlanınca, Lütfü ona nasıl davranacağına dair ders verir... Lütfü “Paşa dediğin sert bakışlı olur” der, Şaban da bakışını ona göre ayarlamaya çalışır... Lütfü devam eder: “Dik, mağrur, yiğit, atılgandır...” Şaban buraya kadar Lütfü’nün yaptıklarını başarıyla tekrarlar... Ama son sahnede film kopar... Çünkü Lütfü, ellerini gözlerinin önünde fırıldak gibi çevirir ve ileriyi işaret ederek “Tosun Paşa’nın gözleri ateş saçar” diye seslenir... Bunun üzerine Şaban, “Lütfü Bey! Ben hepsini yapıyorum da gözlerimden ateş çıkaramıyorum. O nasıl oluyor acaba?” deyince Lüftü zıvanadan çıkar...
Belki Şaban yapamadı ama bizim siyasetçilerimizin önemli bir kısmı gözlerinden ateş bile çıkarabilen cinsten... Hâl böyle olunca ‘fanî’ insanlara düşen, bu ‘efsanevî varlıklar’ karşısında ‘sıradan’lıklarını kabullenmek ve ona göre davranmaktır...
***
Bakan Kılıç, Erzurum’da Palandöken Gençlik Merkezi’ni ziyaret ediyor... Ayak basışlarıyla beldeyi sevince garkeden Bakan, sınıfları gezerken, bilgisayar öğretmenine “Burada ne öğretiyorsunuz?” diye soruyor... Tabii bu soruyu, bilgisayar öğretmeninin “Açık deniz balıkçılığı öğretiyoruz” şeklinde cevaplama ihtimali yok... Bu tek cevaplı soru karşısında genç öğretmen “Bilgisayar programlarını öğretiyoruz” diyor... Ama Ankara’dan ‘devletlû’ gelmiş, büyük amir şeref vermiş, bir kaç soru daha sormasa olmaz... Sesinden hiç eksik etmediği o tiyatral tonla bir soru daha yapıştırıyor: “Bilgisayar bilmeyen var mı burada?...” Kızcağız o heyecanla “Yok müdürüm” cevabını veriyor...
Meslekî alışkanlık ve heyecan, genç öğretmenin olgun kişiler tarafından son derece anlayışla karşılanması gereken bir cevap vermesine yol açmış... Tıpkı askerlik yapanların tezkereden sonra bir süre etrafına hatta babasına bile ‘komutanım’ demesi gibi bir şey... İyi de bunu Suat Kılıç’a kim anlatacak? Muhtemelen kendisini geleceğin Başbakanı filan görüyor, sen de ona “müdürüm” diye hitap ediyorsun!.. Bu affedilebilir bir kusur mudur? Müdür kim yahu? Adamın idarî kadrosunda, emrinin altında yüzlerce müdür var, sen de o memurlarla aynı statüye indiriyorsun!.. Sehven de olsa bu tenzil-i rütbeye tam teşebbüs suçu işleyen o öğretmene bir lâf yapıştırılmalıydı!.. Nihayetinde bir süre sonra, sınıfları gezme esnasında, hâlâ yanında bulunan öğretmene “Bakan’la müdürü karıştırırsan, zor müdür olursun” diyerek, haddini bildirmiş ve rahatlamış oldu...
***
Yolum, Ankara’nın Altındağ ilçesine sıkça düştüğü için Hamamönü’deki Suat Kılıç’ın alıp yeniden yaptırdığı evi gördükçe o evin eski sahibine acıyorum... O bölge tarihî Ankara evlerinin bulunduğu ve belediyenin restorasyon çalışmalarıyla çehresi değişen, kıymeti eskisiyle mukayese kabul etmez biçimde artan bir bölge... Plan gereği restore etmeye gücü yetmeyen eski sahipleri evlerini, yok pahasına satarak, bölgeyi terk etmek zorunda kaldılar... Suat Kılıç da bu bölgenin yeni şanslılarından... Çünkü evin ilk maliyetiyle, şimdiki değeri arasında yirmi-otuz misli fark var... Ev, satmaktan başka seçeneği bırakılmamış gariban sahibinden çok ucuza alınmıştı... Konu CHP tarafından Meclis’e taşınınca, Suat Kılıç yazılı bir açıklamayla, evin ‘serbest piyasa şartları’nda alındığını söyleyebilmişti sadece... Garip bir durum... Bir insan o evde kalp huzuru içinde, çoluk çocuğuyla birlikte nasıl oturur, nasıl rahat eder, incelenmeye değer doğrusu...
Bakan, öğretmene “Karıştırmayacaksın” derken haklıymış aslında... Evet, gözün şahin gibi olacak, Bakan’la müdürü karıştırmayacaksın!.. İyi koku alacaksın, ‘kâr’la ‘zarar’ı hiç karıştırmayacaksın!.. “Çantayı kap gel” dendiğinde, çantayla elbise askısını, çantayı götürdüğünde ise Başbakan’la çaycıyı karıştırmayacaksın!..
Arada bir gözlerinden ateş çıkaracaksın, geçinip gideceksin!..
Nasıl olsa ‘Bize her yer Selâmsız’!..