Bir şey söylemeye gerek var mı?
“Kürt Sorunu vardır ve benim sorunumdur” aradan bir süre geçtikten sonra konuyla ilgili olarak iş “Kürt Sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” noktasına evrilmiştir. Son gelinen yer ise “Ne Kürt Sorunu yahu...” aşamasıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 90 yıldır “Kürt Sorunu” diye bir sorunun olduğunu ve kendi iktidarları döneminde inkâr ve asimilasyonu reddederek sorunu çözdüğünü söylüyor. Aslında bu mantığa göre geçmişte de “Kürt Sorunu” yoktu, asimilasyon ve inkâr sorunu vardı.
Bugün gelinen aşamada ise sözü edilen “Kürt Sorunu” nun çözümü için İmralı-AKP-HDP-Kandil arasında yoğun ve karışık ilişkiler bütün hızıyla sürdürülmektedir. Öcalan’a “Sekretarya” ve “İzleme Heyeti” kurulmasına AKP’nin mevcut hükümeti karar vermiş bulunmaktadır.
Demek ki birilerinin “Kürt Sorunu” denilen şeye yüklediği anlamla Kandil/İmralı/HDP üçlüsünün yüklediği anlam birbirinden farklıdır. Siz istediğiniz kadar ’sorunu çözdük’ deyin, karşınızdakiler için belki de çözüm süreci devlet yıkılına kadar bitmeyecektir.
Bu arada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bağlı olduğu ve bir türlü ilişkilerini koparmadığı partisinin Öcalan ile Devlet arasında kurulması öngörülen 3. Göz ya da İzleme Heyeti için “Ben gazetelerde okuyorum. Böyle şeylerden haberim yok. Bu olaya olumlu bakmıyorum” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözlerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Bugün yapılanlardan, yarın geleceğimiz noktadan Sayın Cumhurbaşkanımızın habersiz sayılması mümkün değildir, her şeyi çok iyi bilmektedir’85Tepki göstermek yerine hükümetin sorumluluğunu bilerek açıklamalar yapmasını saygıyla rica ediyorum.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz davalarını kast ederek evvelsi gün “Operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş, güçlü medya desteğiyle teçhiz edilmiş bir yapının, Türkiye’yi ele geçirmek için yürüttüğü bir kumpasa, bir darbe teşebbüsüne hep birlikte maruz kaldık.”
Halbuki şu sözler de 16 Temmuz 2008’de Başbakan Erdoğan tarafından söylenmiştir: “biz de millet adına evet hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşmasını şöyle sürdürmüş; ’Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız ve pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı. Tereddütlerimi, itirazlarımı o dönemde bu işin sorumlularına ifade ettim, hatta kamuoyu önünde de dile getirdim.’
Hatırlayalım, MİT Müsteşarı ile ilgili olarak aynı yapı tarafından başlatılan soruşturma dolaysıyla Tayip Erdoğan büyük bir tepki koymuş ve Hakan Fidan’ı sahiplenmişti. Şöyle demişti: “MİT olayındaki gelişmelerde sessiz kalmak mümkün değil. Benim sır küpüm. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sır küpü. Türkiye’nin geleceğinin sır küpü.”. Erdoğan, Hakan Fidan ile ilgili olarak üç gün içinde TBMM’den şahsa özgü yasa çıkararak Fidan’ı savcıların elinden aldırmıştır.
TSK’ya yönelik olarak kendi yaptığı değerlendirmesiyle devlet içine çöreklenmiş yapının “kumpasına, darbe teşebbüsüne”, kendisi sesiz bile kalmamış, bu davanın savcısı olduğunu söylemiştir. Zamanın Başbakanı Erdoğan, birlikte mesai yaptığı Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ve arkadaşlarıyla ilgili olarak Hakan Fidan için yaptığını yapmamıştır.
Dahası AKP’nin bizzat güdümündeki yayın organları içeri tıkılmış TSK mensuplarıyla ilgili olarak inanılmaz iftiralar, isnatlar ve ithamlar gerçekleştirmiş ve yargısız infazlar da bulunmuşlardır.
Söylenen sözler ve takınılan tavırlarla AKP’nin ve liderlerinin gerçekler ile ciddi bir çelişkiye düştüğünü göstermektedir. Bu çelişkiler iş işten geçtikten sonra günah çıkarmakla, üzüntü ifade etmekle telafi edilecek gibi değildir. Türkiye’yi on üç yıldır işte böyle bir zihniyet yönetmektedir. Başka bir şey söylemeye gerek var mı?