Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Bir örnekte gerçeğimizi görmek

Geçen gün bir televizyon kanalında Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’la yapılan mülakatı izledim. Ergenekon İddianamesi hakkında ne sorulduysa aynı cevabı verdi. Hatta usule dair sorulara bile “Değerlendirme yapamam. Görülmekte olan bir dava hakkında görüş bildirmek yasalara aykırıdır. Sabırlı olalım” dedi. Özellikle bugünlerde çok çiğnenen hukukun bir ilkesine kararlılıkla bağlı kaldı.
Örnek bir davranış olduğunda şüphe yok. Ancak daha önce, 1 Temmuz’daki gözaltılar üzerine soruşturma süresinin bir yılı aşmasıyla ilgili soruya; gözaltıların buzdağının görünen kısmı olduğunu, savcıların soruşturmayı derinleştirmek amacıyla bu yola başvurmuş olabileceğini ileri sürüp, Ergenekon soruşturmasının büyük bir dava olduğunu, iddianamenin hazırlanması sabırla beklenmeli cevabını veriyor.
Demokrasi, temel insan hakları, özgürlükler gibi değerleri herkesten çok savunmasıyla da ün kazanan hukukçumuz, böyle bir yorum yapmakta sakınca görmüyor. Yine nereden biliyorsa, “gözaltıların buzdağının görünen kısmı” olduğunu ifşa ediyor.
Bu ünlü ve tarafsız(!) hukukçumuz bakıyoruz, AKP iddianamesi hakkında yorum yapmaktan geri kalmamış. Bir örnek verelim. Kendisiyle görüşen Vakit gazetesi muhabirinin Ergenekon soruşturmasıyla ilgili sorularına, görülmekte olan bir dava hakkında konuşmam hoş olmaz diyerek cevap vermiyor. Ancak AKP davasındaki yorumlarının hatırlatılması üzerine telefonu kapatıyor.
Evet sözün bittiği yerde, telefon kapanıyor. Aslında bu her şeyi anlatmaya yeter.

* * *


Yukarıda demokrasiden bahsettik. Bu şüphesiz çok önemli. Söz buraya gelmişken, ünlü hukukçumuzun bu konudaki iki cümlelik fetvasını da hatırlatalım. Diyor ki; “Yüzde 10 barajını korursanız, demokraside samimi değilsiniz demektir. Yüzde 10 barajının bulunduğu bir ülkede katılımcı demokrasiden bahsedemezsiniz.
Yüzde on barajını uygun görür veya görmezsiniz, ikisi de saygı duyulacak birer görüştür. Ama meseleyi makul çerçevesinden çıkarıp, militan bir anlayışla demokrasinin temel şartı haline getirirseniz, işte bu olmaz. Nitekim bu konuda DTP tarafından AİHM’de dava açıldı. Hukuka ve demokrasiye aykırı bir durum görülmediği için dava reddedildi. Her vesileyle AİHM’ye sığınanlar, bu mahkeme kararlarının iç hukukumuzun üstünde olmasını doğru bulanlar, acaba şimdi ne diyecekler?
Olmuyor değil mi?
Olmuyor da biz biraz daha devam edelim. Bakın ünlü hukukçumuz demokrasimizi nasıl değerlendirmiş. Bir ülkede her gün demokrasiden söz ediliyorsa, bu o ülkede demokrasinin olmadığı anlamına gelir. 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’in her gün demokrasiden söz ettiğini, ancak Churchill’in hiç bahsetmediğini hatırlayalım. Bir ülkede demokrasinin kurulabilmesi için önce ulus devletin kurulması gerekir. Türkiye ulus devletini kurabildi mi?

* * *



Evet, İstiklal Harbi’ni yapanlar; birliğin de, refahın da, demokrasinin de, geleceğin de, kısaca her şeyimizin temeli olan ” Ulus/milli devleti “ kurdular. Bu topraklarda yaşayan herkesi, Türk Milleti’nin eşit ve şerefli evladı saydılar. İnsanlarımızı bu duygu ve şuurla donatmaya çalıştılar. Yolumuza bir ve bütünlük içinde devam ettik.
Ama son yıllarda inanılmaz bir inkârcılıkla, ” Tek millet- milli devlet “ kabulüne karşı silahlı isyan başlatıldı. Türkiye’yi parçalamayı hedefleyen bu Batı projesinin peşine düşen aydınlar, hatta iktidar sahipleri türedi. İşte, demokrasimizin de, varlığımızı tehdit eden tehlikenin temelinde bu ihanet var. Buna karşı ne yapıyoruz?
Yazımızı ünlü hukukçumuzun bir incisi ile bitirelim: Aydınların Avrupa Birliği karşıtlarına malzeme vermekten kaçınmak zorunda olduğunu görmeli, aksi takdirde hazırlanan tuzağa düşülecektir.
Bu cümleleri okuyunca dehşetle irkildik. Esas gücümüzü milli tarihimizden, medeniyetimizden ve kendi milletimizden almadıkça; emperyalistleri kendimize daha yakın, dost ve rehber edindikçe, nereye gideceğimiz belli değil mi?
Evet bizim kişilerle meselemiz olamaz. Maksadımız, bir örnekten hareketle acı gerçeğimizi anlatmak. O kadar.

Yazarın Diğer Yazıları