Bir musalla taşı da bizim için koyun
Sessizce ölmek dışında;
-sessizce ama;
itiraz etmeden,
mücadele etmeden,
direnmeden,
hani o şiirdeki gibi mavzerin omzuna yük geldiği yerde yumruklarınla vuruşmadan,
çarpışmadan,
yaşamaya çalışmadan,
vatan için savaşmadan,
millet için boğuşmadan,
tırnaklarını geçirmeden son nefesinde hançeri tutan ele,
teslim olarak uğradığın ihanete,
sessizce işte-
"Sessizce ölmek" dışında her şeyin yasak olduğu bir ülkede kalemini kırmak düşüyor bizim gibilere.
***
Gaziantep'e baktığımızda gördüklerimizi, "davul zurna"yla bağıra bağıra gelen felaketimizi, endişelerimizi yazmamız yasaklandı bile;
Bu da bizim ölüm fermanımız değil mi sanki?
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün ayakta kalabilmiş son kaleleri delik deşik edildi, başkent işgal edildi, TBMM bombalandı, tanklar yürüdü insanların üzerine, savaş uçakları kendi halkına dehşet saçtı; "dosya kapsamı hakkında" atmak, tutmak, itirafçılık adı altında iftiracılık yapmak, haysiyet cellatlığı, tetikçilik, çok stratejik görevlerde bulunmuş, çok zor yetiştirilen, çok fazla devlet sırrına vakıf kimseleri suçluluklarını kanıtlama gereği duymadan yargısız infaz etmek, her şey serbest bırakıldı.
Teşvik bile edildi hatta.
Ve fakat bir sokak düğününü hedef alan katliamdan sonra "dosya kapsamı hakkında" haber yapamayacağız, röportaj yapamayacağız, eleştiride bulunamayacağız "millî güvenlik bunu gerektirir" çünkü!
***
Belki de yeni bir "darbe"nin yolu döşeniyor şehir şehir, katliam katliam ama biz görmüyormuş, duymuyormuş, bilmiyormuş gibi davranacağız!
Toplumu uyarmayacağız;
Hatta iktidarı uyarmayacağız.
Uyandırmayacağız.
Vicdanı olmayacağız kimsenin;
Sesi olmayacağız.
Sormayacağız, sorgulamayacağız!
Daha nasıl ölür ki bir gazeteci?
Bir musalla taşı daha ekleyin Gaziantep'in illaki "en büyük" camisinin avlusuna; bayrak değil pranga koyun yalnız bizim tabutumuzun üzerine...
Şehit demeyin;
"Ali Kemal'in izinden gitti" yazın mezar taşımıza...
İstemeden, tercih etmeden belki ama bu "kanunla" tesis edilen suskunluğun, razı oluşun, itaatin mahkûm ettiği yegane rota bu mesleğimizi!
Gün gelir hainini bile baş tacı eder de bakalım biz gazetecilere "Allah affetsin" diyen çıkacak mı "kör, sağır, dilsiz"miş gibi yapmanın sonunda...
+++++++
Cami avlularına sığmaz oldu terörün aldığı canlar; yandaş müteahhitler bir el atsın da, bugüne kadar sağladıkları rantın sadakası olarak "musalla taşı siteleri" inşa etsinler bari vatana millete "hizmet" adına!
+++++++
Yağdanlık...
------
Yeni tarz bu...
Sunucu, programına konuk ettiği hükümet üyesine güya "soru" soruyor:
Efendim Türkiye'nin bu hamlelerini şöyle görmek lazım... Böyle görmek lazım... Türkiye'nin tavrı tabii çok önemli, iyi anlamak lazım... Öyle değil mi?
***
Bu "soru sormak" mıdır sahi, yoksa iktidarı ne kadar iyi anladığını kanıtlama çabası mı?
Bu kadar gülünç duruma düşmeye bu çok gönüllü bulunabildiğine göre bir "ödülü" mü var acaba, "madalya" filan mı takıyorlar yağdanlık formu alınca?
++++++++++++++
Murat Eren...
---------
Murat Eren'le kısa bir telefon konuşması yaptık dün. Belki ileride daha uzun konuşup, daha çok şey de yazarız ama bugünlük şu kadarını söylemezsem olmaz;
Biz bunca zaman onun hukuken uğradığı haksızlığı yazdık; o ise, cezaevi kapısından çıktığı andan bu yana sadece hukuken değil ahlaken de, vicdanen de arkasında kapı gibi durmaya değer bir "vatan evladı" olduğunu kanıtladı... Ona yüklenen "sembolik değer"i boşa çıkarmadı; hayal kırıklığının gediklisi olmuş bir toplum için öyle kıymetli ki...
+++++++
Çocukların katline mi yanalım; çocukların "katil" edilişine mi onu bile şaşırdığımız günler...
++++++
Türkiye gibi...
----
"Nasılsın" diye soran olursa ben de başvururum bazen bu tasvire;
Türkiye gibi!
Rio'da mücadele eden Olimpik Millî Takımımız da aynı böyle...
2012'de, yani bir önceki yaz olimpiyatlarında Londra'da "fırtına gibi" esmişti millîlerimiz... Pistte, minderde, ringde; madalya üstünde madalya;
Ee "dünya lideri", "büyük", "model" ülkenin sporcularıydılar ne de olsa...
Aynı "Türkiye gibi"ydi duruşları, yürüyüşleri, konuşmaları, mücadeleleri....
Çok alkış aldık, çok övgü, takdir...
Ve sonra ne oldu onu da hatırlayın;
"Türkiye gibi" onların kazandıkları unvanların da "dopingli" olduğu ortaya çıktı!
Bu kez...
Açılış töreninden beri bakıyorum yine "Türkiye gibi" millîlerimiz (millî olanları kast ediyorum devşirilenleri değil); ama bu sefer o "hava"dan eser yok, mahsunlar... Mülteci takımından bile daha kaygılı... Bedenleri Rio'da ama muhtemelen yürekleri memleketin hangi şehrinde bıraktılarsa artık orada hâlâ...
İşgal edilmiş, darbeye uğramış, terörle hizaya getirilmeye çalışılan "Türkiye gibi" kolları kanatları kırık ve fakat "direnmeye" çalışıyorlar...
Bu yüzden herhalde, her zamankinden ve bugüne kadar kazanılmış çoğu madalyadan daha iyi geldi Taha Akgül'ün hediyesi...
İnandık ki; bileğine yüreğini katıp da getirdi...