Bir lokum bin ayıbı örtmeye yeter mi? (16 Ekim 2013)
Bayram namazı çıkışı ağzımız tatlansın diye cami önünde devletlülerinin kapıkulları tarafından elimize bir kutucuk tutuşturuldu.
İçinde ‘tek bir lokum’ bulunan ve üzerinde 30 punto iriliğinde ‘Bay Başkan’ın adı kazılı olan cicili bicili bu kutucuk, kim bilir ‘hangi süreçlerden’ geçti de cami önüne kadar düştü?
Daha sonra bir ahbabımız, “Adamın böyle bir saplantısı var. Öğrencilere dağıttığı elbiselerin iç cep kapaklarında da adı yazıyordu bir ara” dedi ve ekledi:
- “Haşmetlünün hısımı olur, başkan olmadan evvel kurdurduğu şirketleri birer birer belediyenin içine taşıdı. İnşaattan kırtasiyeye aklına hangi faaliyet alanı gelirse hiçbirini boş bırakmadı maşallah.”
Bayram, deyip geçiştirdik; bu mübarek günün içimize taşıdığı manevi hazza gölge düşürmeye değmezdi; sonuçta kendi çaplarında ‘bir güzellik’ yapmak istiyorlardı.
Televizyonlar ve gazeteler ‘kendilerini doğrayan’ acemi kasaplar ve ‘sahiplerinin elinden kaçan’ kurbanlıklardan fırsat buldukça, hükümetin hazırladığı ‘badem ezmelerinden’, ‘çifte kavrulmuş lokumlardan’ söz edip durdu.
***
Vatandaşa ‘bir tek akideyi’ uzatıp, ‘vatanın akıbetine’ ilişkin kıllarını dahi kıpırdatmamalarına şaşmadık bu bayram da.
Birisi çıkıp “verginin tabana yayılmasından” söz etti ya bizim aklımıza bir önceki sene ‘tabansız çorap’ ile cumhurun başının karşısına dikilen kız çocuğu geldi:
- “Çorabım yok cumhurbaşkanım.”
Tabandan kastettikleri ‘bakkal’ yahut ‘manav’ ise yine 2005-2012 yılları arasında ‘1 milyon 227 bin esnafın kepenk kapattığı’kendi resmi istatistiklerinde yer alıyor.
Bir başkası ‘deprem vergilerini’ inkâr ederek, “Yok öyle bir şey, biz vergi falan toplamıyoruz” diyerek garip bir yüzsüzlük örneği sergiledi.
Patavatsızlığa ‘tavan’ yaptıranlar, güya ‘tabana’ şirinlik yapmak için ‘askerliğin kısaltılmasını’ gündeme getirdiler:
- “Artık bir beklenti oluştu, millet bunu istiyor, bayramdan sonra şekillenecek.”
‘Millet’ dedikleri kim Allah aşkına?
Çorapsız ayakları ile cumhurun başının karşısına dikilen kızcağızın ağabeyi olabilir mi mesela?
O mudur, kendini millet olarak tanımlayıp, “Siz bir an önce askerliği kısaltın, kardeşimin çorap işine sonra bakarız” diyen?
***
Belki ki bunların ‘millet tanımı’ zamana ve zemine göre bir hayli anlam değiştiriyor.
Bir kaç yıl önce “postal yalayıcısı” dedikleri zatı, bir kaç gün önce ‘sofralarına’ kadar davet edip medet ummalarından bu anlaşılıyor.
Cami önlerinde eline bir lokum sıkıştırıp, sandık başında oyunu aldıkları “zat-ı muhteremler” millete dahil oluyor; “Yahu kimin malını kendi adınıza, partiniz adına, haşmetlü adına uluorta dağıtıyorsunuz?” diye sorgulamaya başlayanlar ise ‘başka bir milletin’mensubu sayılıyor.
Daha milletin tanımını bilmeyenlerin, milletin derdine kafa patlatmaları olacak iş mi?
Dertleri ‘vergiyi tabana yaymak’ ise iki yılda bir el değiştiren ya da kendilerine yeni isimler uyduran ‘süper marketlerden’ başlasalar ya.
Dertleri ‘adalet’ ise kaynağı belirsiz paralara sahip sonradan görmelerin çocuklarını askerlikten kurtarmak yerine “Bu parayı nereden buldunuz?” diye sorsalar ya.
Maksat ‘vatandaşın mutluluğu, huzur ve refahı’ ise onlarca yıldır belediye ihalelerini tekellerine almış, kimseye zırnık koklatmayan başkanların yancısı şirketlere bir iki müfettiş gönderseler ya.
***
İnsan bir kez kendini kandırmaya görsün, yaptıklarını ‘temizlemek’ yerine ‘halının altına itelemek’ daha kolay oluyor.
Kim bilir belki de devletlü başkanı ‘sigaya’ çekmek yerine; ‘vekilliğe’ taşıyarak başını yastığa uzatmayı daha basit yol olarak görüyor.
Haklıdır da, bir lokum ‘bin ayıbı’ kapattığı sürece, kuru kalabalıklardan ‘hesap’ üzerine bir adım beklemek nafile.