Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR
İsrafil K.KUMBASAR

Bir lokum bin ayıbı örtmeye yeter mi? (09 Kasım 2011)

Bayram namazı çıkışı ağzımız tatlansın diye cami önlerinde devletlülerinin kapıkulları tarafından elimize tutuşturulan lokum masanın bir köşesinde duruyor.
İçerisinde ‘tek bir lokum’ bulunan ve üzerinde 30 punto iriliğinde ‘Bay Başkan’ın adı kazılı olan cicili bicili bu kutucuk, kim bilir ‘hangi süreçten’ geçti de cami önüne kadar düştü?
İkinci gün akşama doğru bir ahbabımız, “Adamın böyle bir saplantısı var. Yoksul öğrencilere dağıttığı takım elbiselerin iç cep kapaklarında da adı yazıyordu bir ara” dedi ve ekledi:
- “Haşmetlünün hısımı olur, başkan olmadan evvel kurdurduğu şirketleri birer birer belediyenin içine taşıdı. İnşaattan kırtasiyeye aklına hangi faaliyet alanı gelirse hiçbirini boş bırakmadı maşallah.”
Bayram, deyip geçiştirdik. Bu mübarek günün içimize taşıdığı manevi hazza gölge düşürmeye değmezdi. Sonuçta kendi çaplarında ‘bir güzellik’ yapmak istiyorlardı.
‘Bay Başkan’ın lokumu bayram boyunca masanın köşesindeki yerini korudu.
Üç koca günü devirdik. Bugüne geldik.
Televizyonlar ve gazeteler ‘kendilerini doğrayan’ acemi kasaplar ve ‘sahiplerinin elinden kaçan’ kurbanlıklardan fırsat buldukça, hükümetin hazırladığı ‘badem ezmelerinden’, ‘çifte kavrulmuş lokumlardan’ söz edip durdu.

***

Vatandaşa ‘bir tek akideyi’ uzatıp, ‘vatanın akıbetine’ ilişkin kıllarını bile kıpırdatmamalarına şaşmadık bu bayram da.
Daha bayram öncesi attıkları nutuklar, bayram sonrası fırtınanın habercisi olup çıkıverdi.
Misal, biri çıkıp “verginin tabana yayılmasından” söz etti. Bizim aklımıza ‘tabansız çorap’ ile cumhurun başının karşısına dikilen kız çocuğu geldi:
- “Çorabım yok cumhurbaşkanım!”
Bunların tabandan kastı, ‘bakkal’yahut ‘manav’ ise sırf geçen yıl ‘13 bin küçük esnafın kepenk kapattığı’ kendi resmi istatistiklerinde yer alıyor, bir şey söylemeye gerek var mı?
Bir başkası ‘deprem vergilerini’ inkâr etti. “Yok öyle bir şey, biz vergi falan toplamadık” diyerek garip bir yüzsüzlük örneği sergiledi.
Patavatsızlığa ‘tavan’ yaptıranlar, ‘tabanı’ kaale almayıp ‘bedelli askerlik’ şirinliği yaptı:
- “Artık bir beklenti oluştu, millet bunu istiyor, bayramdan sonra şekillenecek.”
Allah aşkına kim bunların ‘millet’ dediği?
Çorapsız ayağıyla cumhurun başının karşısına dikilen kızcağızın ağabeyi olabilir mi mesela?
O mudur, kendini millet olarak tanımlayıp, “Evet, evet bedelli askerlik çıksın da, 10 bin euroyu bastırıp şu askerlik işini halledelim. Kardeşimin çorap işine sonra bakarız” diyen.
Bunların milleti kimdir, bilen beri gelsin.

***

Belki ki bunların ‘millet tanımı’ zamana ve zemine göre anlam değiştiriyor.
Bir kaç yıl önce “postal yalayıcısı” dedikleri zatı, bir kaç gün önce ‘sofralarına’ kadar davet edip medet ummalarından bu anlaşılıyor.
Ya da ‘kardeşlik’, ‘barış’, ‘demokrasi’ teraneleriyle açılım kervanına kattıkları bir güruhun ‘tam bîat’ konusunda denileni yapmaması üzerine ‘Zerdüşt’ ilan edilmeleri.
Cami önlerinde eline bir lokum sıkıştırıp, sandık başında oyunu aldıkları odun parçası millete dahil oluyor, “Yahu kimin malını kendi adınıza, partiniz adına, haşmetlü adına uluorta dağıtıyorsunuz?” diye sorgulamaya başlayan ise ‘başka bir milletin’ mensubu sayılıyor.
Daha milletin tanımını yaparken ‘gizli bir ajanda’ ile yola çıkanların, milletin derdine kafa patlatmaları olacak iş mi?
Dertleri ‘vergiyi tabana yaymak’ ise iki yılda bir el değiştiren ya da kendilerine yeni isimler uyduran ‘süper marketlerden’ başlasalar ya.
Dertleri ‘adalet’ ise kaynağı belirsiz paralara sahip sonradan görmelerin çocuklarını askerlikten kurtarmak yerine “Bu parayı nereden buldunuz?” diye sorsalar ya.
Maksat ‘vatandaşın mutluluğu, huzur ve refahı’ ise onlarca yıldır belediye ihalelerini tekellerine almış, kimseye zırnık kopartmayan başkanların yancısı şirketlere bir iki müfettiş gönderseler ya.

***

İnsan bir kez kendini kandırmaya görsün, yaptıklarını ‘temizlemek’ yerine ‘halının altına itelemek’daha kolay oluyor.
Kim bilir belki de devletlü başkanlarını ‘sigaya’ çekmek yerine; ‘vekilliğe’ taşıyarak başını yastığa uzatmayı daha basit yol olarak görüyor.
Haklıdır da, bir lokum ‘bin ayıbı’ kapattığı sürece, bu cami önlerindeki kuru kalabalıklardan ‘hesap’ üzerine bir adım beklemek nafile.

Yazarın Diğer Yazıları