Bir gariplik var ama...
Bir yerde bir gariplik var ama..." diyerek anlamaya çalışan, anlamakta zorlananlardan Suat Bozkurt da... Bu haftanın "Sizden Gelenler"ine onun satırlarıyla başlayalım:
"Bir zamanlar 'Büyük Ortadoğu Projesi' diye bir şey vardı.. Eş başkandık. Uzun süre basında övünerek dillendirdik bunu. Etrafımızda bizden habersiz yaprak kımıldamayacaktı. Kırmızı çizgilerimiz vardı. Aleme nizam verecektik. Atalarımız öyle yapmışlardı. Gerçi 500 senede elde edilen yerlerden neredeyse 50 senede çekilmiştik ama...
Üniter yapıya sahip ülkeler 'tek millet' derken biz farklı milletler yaratmaya çalıştık ülkemiz sınırları içinde. Başarılı da olduk. Dün Türk olanlar farklı kimlikler edindi kendilerine. Açıldık, çözüldük ve bölündük. Sınırlarımız Nasrettin Hoca türbesine döndü. Kendi ellerimizle üç milyona yakın terörist adayını ülkemize doldurduk.
Koca Osmanlı'nın yıkılışını başlattıklarını unuttuk ve biz de daldık bu çukura; Orta Doğu'nun bataklığında boğulmak üzere olduğumuzu tarafsız(!) basınımız sayesinde halkımızdan gizleyebiliyoruz ama (...) evimiz dahil hiç bir yerde güvenli değiliz...
Nizam vereceğimiz Orta Doğu mu?
Her zamanki gibi..
Emperyalistlerin şemsiyesi altında bize kin kusmaya devam..
Siz anlıyor musunuz?"
*
Özerklik demokrasi ve emek karşıtıdır
Mustafa Solak, genelde gözden kaçırılan bir pencereden bakmış "özerklik" meselesine:
" AB yerel yönetim özerklik şartının veya özerkliğin yerel yönetimlere daha fazla demokrasi getireceğinin düşünenler fena halde yanılıyor. İki nedenle;
1) Emperyalizm çağında yaşıyoruz: Dünya, ekonomik kaynaklara el koyan bir avuç emperyalist devlet ile sömürülen çok sayıda devlet olmak üzere ezen ve ezilen iki kampa ayrılmıştır. Savaşları da sahte barışları da esas olarak belirleyen emperyalizmdir. Suriye'de görüldüğü gibi sömürünün önünde esas engel üniter devletlerdir. Özerklik veya yerelleşme de temelde toplumsal mücadelenin değil emperyalizmin sömürüsünün artırma isteğinin sonucu olarak önümüze geliyor...
a) Karar mekanizmasının yerellere devri ile zayıflayan merkez, denetimden çıktığında emperyalizme topyekûn ve güçlü bir yanıt veremeyecektir...
b) Emperyalizm, mücadeleleri de yerelleştirerek (yerel bir mesele haline getirerek) ve yerelin dışına çıkmasını önleyerek merkezi, güçlü, planlı kitle hareketlerinin de önüne geçmek istiyor...
2) Demokrasi yerine feodal kültürü hakim kılmak: Emperyalizm yerellerde sermaye ve feodal (ağalık, tarikat-cemaat, etnik) güçlerin birlikteliğini daha rahat sağlayarak demokrasiyi boğmaya çalışıyor. Demokrasi emperyalizm çağında bağımsızlık, milletleşme ve laikliktir. Ağanın toprağında köle olarak çalışmaktan, şeyhin müridi olmaktan kurtulmak, kadını eşit görmektir. Adına yönetişim dedikleri bu (...) gerici birliktelik içinde sermayenin, ağaların, cemaatlerin, etnik ve mezhepsel örgütlenmelerin temsilcilerinden oluşacaktır.
(...) Bu nedenlerle emeğe, demokrasiye sahip çıkmak üniter devletin savunulmasından geçer. İlericiliğin temel ölçütü antiemperyalist yani bağımsızlıkçı olmaktır..."
*
Bu narkoz işlemez
Topluma "ya darbe, ya başkanlık" dayatmasında bulunanlara sesleniyor Kazım Yalçın:
"Terör ve savaş tehdidi tırmandırılarak Türk Milletine 'ya darbe ya başkanlık' dayatılıyor gibi... Şunu çok iyi anlamalarını tavsiye ediyorum; her zaman son sözü Türk söylemiştir. Türk Milliyetçilerine verilen narkoz etkisini yitirmektedir, bu dip dalgasının küresel güçleri ve yerli iş birlikçilerini yerle yeksan etmesi yakındır."
*
Siz "liberal ekonomi"yi yanlış anlamışsınız
Yazılarına daha önce de zaman zaman yer verdiğimiz Tamer Abuşoğlu, Gaziantep'ten bildirmeye devam ediyor. Mevzu derin; şehirde kasaplık iş kolunda bir tekelleşme olduğunu savunan Abuşoğlu'na göre gelişmeler toplumsal huzuru da tehdit ediyor:
"Kasaplık ve onun yan kolu olan sakatat sektöründe sirküle olan para sektör dışındaki güçleri cezbetmiş, iktisat dışı cebir yani kaba kuvvet emeğin önünde belirleyici hale gelmiştir.
Bu güç odakları kendi aralarında gruplaşarak küçük işletmelerin pazar payını tamamen ortadan kaldıracak durumdadır.
Sektör içindeki bu gruplaşmalar için kimi zaman karşılıklı çıkar esası güdülmekle birlikte çoğu zaman etnik köken birlikteliğine de dayanmaktadır.
Paranın gücüyle yani iktisadi cebirle boyunduruğu altına almayı başardıkları küçük kasapları adeta zincirli birer köleye dönüştürmüş bu yolla tek belirleyicilik yani mutlaklaşma ve tekelleşme gerçekleşmiştir.
Özellikle mezbahaları ellerinde tutanların küçük esnaf üzerindeki baskıcı ve despotik anlayışları, kasaplık kesim hayvanlarının kimi organlarına tamamen el konulması gibi bir haksızlığı da beraberinde getirmiştir.
İktisadi barışın olmadığı bir toplumda, toplumsal barıştan bahsedilemez.
Bunun özcesi, Türkçesi ve bizcesi 'biri yer, biri bakar. Kıyamet bundan kopar.'
Liberalizmi ve serbest piyasa ekonomisini, kuralsızlık ve sonsuza kadar serbesti olarak algılayanlar, büyük bir yanılgı içindedir.
Devlet bir kurallar manzumesidir..."
*
Kimse masum değil
Bütün sanıklarının beraat etmesiyle çöken İzmir Askeri Casusluk Davası da dahil olmak üzere "Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpasların suçluları yargılanmalı, bu rezalet örtbas edilmemeli" çağrısı yapan Coşkun Telciler'e göre herkes pay sahibi bu süreçte. Şöyle;
"1. Önüne gelen her şeye kayıtsız şartsız, düşünmeden inanan toplum...
2. Güven veremeyen TSK...
3. Yalanları gerçekmiş gibi aktaran medya...
4. Uygulayıcı olan paralel örgütün polisi, yargıcı, savcısı, askeri, tüm kumpasçılar..."