Binali Yıldırım'ın kâbusları!
Bugünlerde göreve başlayacak AKP'nin yeni hükümetini ve Başbakanını, kritik iç sorunlarının yanı sıra büyük dış meseleler bekliyor.
Türkiye'nin içine düştüğü dış politika boşluğunun derhal doldurulması öncelikli yer alıyor.
İsrail, Mısır, Ermenistan, Rusya, Yunanistan ve Suriye gibi ülkeler, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu benzeri kuruluşlarla başı dertte olan Türkiye'nin, yeni bir dış politika üretmesi kaçınılmaz görülüyor.
Üstelik yanı başında, her an "patlamaya hazır bomba" gibi duran Irak ile Suriye'nin Kuzeyi ve Kıbrıs'ta, Türkiye'nin ulusal sınırlarını ve haklarını koruması icap ediyor.
Tabii ki Yunanların sinsi bir şekilde işgal ettikleri Ege'deki 17 adanın kurtarılması da gözler önüne seriliyor.
Ayrıca PKK, ürettiği ve IŞİD gibi kanlı terörist örgütlerin mevcudiyeti- eylemleri Türkiye'ye çok şeyleri çağrıştırıyor.
Zaten, yıllardan beri Türkiye'nin dış politikası, a'dan z'ye kadar tehlike sinyalleri veriyor.
Burada en çok Davutoğlu'nun "derin stratejisi"nin neden olduğunun öne sürüldüğü hatırlanıyor. Üstelik gerek Dışişleri Bakanı gerek Başbakan iken Davutoğlu'nun büyük hatalar yaptığı iddia ediliyor.
Davutoğlu mu "Saray" mı!
Oysa, bu tarihi hata hatta gafletin Davutoğlu'nun yanı sıra, "Saray"dan kaynaklandığı da öne çıkıyor.
Daha doğrusu artık hatanın ve "inat politikası"nın nasıl kaynaklandığının ortaya çıkması bekleniyor.
Hâl böyle iken, en azından ülkenin geleneksel dış politikasına dönmenin fırsatı çıkmış bulunuyor.
Her şeyden önce, 3 milyonu aşan Suriyeli "zoraki" misafirlerin yurtlarına "güvenle" dönmelerini sağlamak için, ilk adımların atılması "acil" olarak, yeni hükümete düşüyor.
Kısacası, önce yurtta sonra da dışarıda barışı sağlamak stratejisi artık daha büyük önem taşıyor.
19 Mayıs 1919 ruhu
Geçtiğimiz hafta 97. Yıldönümünü, bütün engellemelere rağmen büyük bir coşku ve heyecanla kutladığımız 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı bizlere çok hassas değerleri çağrıştırıyor;
Defaatle belirttiğimiz gibi; Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" düsturu halen geçerliliğini koruyor.
Sadece, Hatay'ın topraklarımıza kazandırılması tutumu bile, Atatürk'ün ne denli serinkanlı ve gerçekçi politika izlediğini gösteriyor.
Atatürk'ün dış politikada amaçları; Tam bağımsızlık, millî bir devlet kurma, Batılılaşma ve mazlum milletlere örnek olmayla özetleniyor.
Büyük önderin dış politikadaki ilkeleri ise "gerçekçilik" ile başlıyor, "hukuka bağlılık"la devam ediyor ve "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ile bitiyor.
Ancak, Atatürk'ün barışçılığının, tavizkâr veya yatıştırmacı olmadığı kabul ediliyor.
Zaten, Atatürk'ün gerçekçi yönü, böyle bir politika izlenmesini önlüyor.
Atatürk döneminde, Lozan Antlaşması sonrasında, hâkimiyetimiz kısıtlanarak bize bırakılan Boğazlar, Rusya ve İngiltere arasında başarılı bir denge siyaseti izlenmesiyle Türkiye'nin eline geçiyor.
Uzun yıllar, özellikle komşularıyla dost geçinen Türkiye'nin; AKP döneminde, ülkelerin rejimlerine, iç işlerine karışacak kadar sertleşince, ne yazık ki dış politikası iflasa uğruyor.
Dolayısıyla, hem ekonomi hem de iç politika da bozulmuş oluyor.
Şimdi, siyaset tarihinde, belki de eşine ender rastlanacak "manevra" ve emri vakilerle koltuğundan düşürülmüş bir Davutoğlu ile makama buyur edilmiş bir Binali Yıldırım'ın yönetim şeklini veya tarzını bütün dünyanın ilgiyle fakat bizlerin endişeyle beklediğini açık bir şekilde belirtmemiz gerekiyor.
Dileriz ki yanılmış olalım, zira "yanlış" kararlarla, icraatlarla koltuğa "müdahale"nin beraberinde getireceği felaketlere katlanmak, tahammül ve sabır sınırlarımızı daima aşıyor.
Ne var ki yeni dönemde, muhtemel her türlü yanlışa, hataya, gaflete ve baskıya milletimizin artık "rıza" göstermeyeceği de bekleniyor, en azından sanılıyor.
Her şeyden önce, iç ve dış terörle baş edilmesi, Suriyeli göçmenler sorununun çözülmesi, 17 adamızın kurtarılması, Suriye ile düşmanca ilişkilerden uzaklaşılması, Kıbrıs ile ilgili kesin tavır konması beklentisi yeni Başbakan'a şimdiden kâbus gibi geliyor.