Bileşen, dört "a"

Bileşenlerine bakmıyor o ideolojinin ya da fikrin; bulaşanlarına bakıyor, kim bulaşmış, ne ölçüde bulaşmış, bu bulaşmışlıkta hırs ve çıkar hangi düzeyde var, bunu araştırıyor. Ha bir de "üleşenlerine" bakıyor, üleşmenin eşit ya da adil olmasına değil ha, üleştirmenin başına geçebilir mi, üleştirme ondan sorulabilir mi, derdi bu.

***

Dört kişi tanıyorum; lakapları ve işlevleri ile sunayım bunları dikkatinize: Ağzı bozuk, ara bozan, acul ve afsunlu... Bunlar bu toplumdaki nice tiplerin birer simgesi, temsilcisi gibidirler özellikleri ve işlevleri bakımından. Ağzı bozuk'tan başlayalım; sövmezse, sinkafsız ve argosuz konuşmazsa, sözünün etkili olamayacağını, ağırlığının, saygınlığının ve babalığının olmayacağını sanmakta. Ara bozan; ara bozmadan önce, kusur ve eksiklik arar, birinin bir başkası hakkında dediklerinden parmağına dolayacak ögeler arar. Bulduğunda pek sevinir, su sızmayan aralara pis su sızdırabilmiştir. Acul mu? Aculluğu kıskandıklarına dönüktür, onları açık düşürecek söz ve eylemlere muttali olmuşsa, aculluğu girer devreye işte o zaman, hem de ışık hızıyla... Ve afsunlu... Bunun afsunu kendi özünde, kendini afsunlar otomatik olarak. Bu afsunlanma, onu, kendi dışı ile iletişimsizliğe götürür. Barışık değildir dışıyla, ilgili hiç değildir, bilgili de olamaz doğal ki bu durumda.

Bu dört a'dan (aculdan, ağzı bozuktan, ara bozandan ve afsunludan) korkunuz, ben korkuyorum...

***

Şiir de yazarmış "Haspa" meğerse... Bu Haspa'nın kitap fuarlarında kitap imzaladığı standların önünde büyük kuyruklar oluyor. İçeriksiz, niteliksiz, sıradan, yavan yazıyor... "Kör atın kör alıcısı olur" derler Bayburt'ta, böylesi kör atların bu toplumda öylesine çok kör alıcısı var ki... Bu Haspa geçen gün baktım ünlü bir televizyon kanalının kültür-sanat programında. O cümle kurmakta, sözü toparlamakta, meramını anlatmakta zorlanan sunucu hatun soruyor, Haspa yanıtlıyor. İlk şiir kitabı çıkmış ya Haspa'nın, bu büyük bir olay, Türkiye bilmeli bunu... Bir güç itelemiş bu ekrana...İtelemiş ya, niteliksizliğe makyajla, ölü yüzüne makyaj arasında bir fark yok. Haspam bir şiirini okuyor bu kitaptan. Şiir hakkında yaptığım bir sunumda dediklerime açıp yeniden bakma gereği duyuyorum:

Şiirin maddi unsurudur sözcük. Sözcüksüz şiir yazılamaz. "Maddi unsur" dedik, peki bir de "manevi unsur" mu var? Evet var. Şair alır sözcükleri imgelemine taşır, mecaz, eğretileme, simge ve benzetmelerle tepkimeye sokar, çağrışımlar yaptırtır başka sözcüklerle, imge ögesi olarak baştan yaratır böylece.

Haspa'nın sözcükleri hiçbir tepkimeye girmemişler, birer yığıntıdan ibaretler.

Devam edelim, yine demişiz ki:

Bir metni şiirsel kılan, çekici bir dil, çok anlamlılık ve imge gibi ögelerdir. Ve bir "Şiir Sesi" vardır ki, bu düzyazıda neredeyse hiç görülmez, en belirgin fark budur. Şiir sesi, müzikal bir söylem gerektirir, ritim diyoruz buna.

Haspa'nın dili sıradan, sokaksı, çok anlam ve imge hak getire, ritmi ise müzikal olmak bir yana kakafonik...

"Sözcüklerle evrenler yaratırlar şairler" de demişim o sunumumda. Haspa ve bu Haspa gibiler bırakın evrenleri, kendi küçük dünyalarını bile yaratamamışlar.

***

DUYURU: Bugün ve yarın Adana Kitap Fuarı'nda olacağım, Nergiz Yayınları Standı'nda kitaplarımı imzalayacağım. Beklerim dostları...

Yazarın Diğer Yazıları