Biden her ne kadar Türkiye’yi “gücendirmemek” için “soykırım” derken Osmanlı dönemine atıf yapmışsa da, suçlama açıkça Türk ulusuna yönelikdir. İstanbul’a “Konstantinopolis” demesi de skandal bir duyarsızlık işareti. Olayı derinlemesine mercek altına alalım.
Nedenlere bakış
“Soykırım” tanımalarının kökeni Batı’da Türk’e karşı yaygın olan dinsel ve etnik önyargıdır. Prof. Dr. Justin McCarthy “Turk in America” başlıklı kitabında bu tarihi olguyu güzel anlatır. Bu önyargının oluşmasında Hristiyan misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki faaliyetleri ve 1. Dünya Savaşı’nda Türk karşıtı İngiliz propagandasının büyük rolü oldu.
Durum böyle olmakla beraber, önceleri yeterince önlem alınsaydı ”soykırım” tanımalarına engel olunabilirdi. Büyük bir eksiklik, yurt dışında yaşayan Türk toplumunun Türk halkı gibi konu hakkında büyük ölçüde bilgisiz olması. Türkler yurt dışına gittiğinde beklenmedik bir şekilde “soykırım” propagandasına tanık oluyorlar. Bilgisizlik, mücadele için gereken motivasyon eksikliğine yol açıyor. Sonuç olarak lobicilik faaliyetleri ve gereken parasal destek çok az.
Bilgisizliğin ana sebebi ise Ermeni sorununa ilişik tarihi olayların Türkiye’de eğitim sisteminde yer almamış olması. Bunun ardında barışçıl bir dış siyaset ve Türkiye’deki Ermeni toplumunun anılarına saygı göstermek vardı. Ancak bu yaklaşım beklenen sonucu vermedi. Ermenistan’da ve Ermeni diyasporasında genç beyinler Türk’e karşı bir husumet duygusuyla aşılanıyor.
Yurt dışında yaşayan Türklerin pasifliğine paralel olarak Türk hükümetlerinin de Ermeni sorununda yeterince aktif olmadığı bilinen bir gerçek. Pasif davranış özellikle AKP döneminde belirgin oldu. Daha önceki dönemlerde soykırım suçlamaları ile mücadele eden Türk-Amerikan derneklerine ve Türk tezini destekleyen akademik çalışmalara hükümetten destek vardı. Diplomatlar ve TBMM temsilcileri ABD meslekdaşları ve Beyaz Saray ile diyalog kurmaya çalıştı.
AKP döneminde bu faaliyetler çok silik kaldı; lobicilik ve gereken bütçe önemsenmedi; proaktif girişimler bir kenera itildi. İktidar yeni yeni uyanmaya başladı; ancak çok geç kalındı.
2009 Davos “One Minute” çıkışı ve 2010 Mavi Marmara olayı ile simgelenen İsrail karşıtlığı, ABD’deki Yahudi lobisi ve Musevi Kongre üyelerinin Ermeni sorununda Türkiye’ye destek vermesine son verdi. Bunun bir yan etkisi olarak “soykırım” suçlamaları sadece ABD’de değil, Avrupa’da da hız kazandı. İronikdir ki, Davos’ta hedef alınan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, 1915 olaylarının soykırım olmadığını savunurdu.
Ermeni sorunundaki eksikleri gidermek amacıyla bu yazar dahil bazı kişilerce medya kanalıyla yapılan uyarı ve önerileri de AKP iktidarı görmezden geldi. Önerilerin en önemlisi, lobicilik yapacak STK’larını ve Türk tezini savunan akademik çalışmaları desteklemek, ve konferanslar vb. yoluyla Türk tezini yurt dışında duyulmasını teşvik etmek idi.
İktidar’dan Biden’e tepki
Biden’ın “soykırım” ifadesini kullandığı 24 Nisan’da CHP ve İyi Parti’den tepkiler gelmesine karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan sessiz kaldı. Ertesi gün Erdoğan bir açıklama yaparak Biden’ın söylemini “üzüntü” ile karşıladığını, durumun iki ülke arasındaki tutumu ortadan kaldırmadığını, ve konuyu Haziran’da Biden ile konuşacağın belirtti, yumuşak bir tavır takındı. Tarihi olaylardan söz etti; daha önceleri çok kez dile getirdiği “tarihçiler komisyonu” çağrısını yineledi.
Diğer iktidar yetkililerinden gelen tepkiler de “sözcükler tarihi değiştirmez, iftiraları şiddetle kınıyor, reddediyoruz” niteliğinde oldu. Hukuktan bahseden olmadıysa da, 2 gün sonra Adalet Bakanlığı BM Soykırım Sözleşmesi hakkında genel bir açıklama yaptı.Savunma Bakani Hulusi Akar İncirlik Üssü’nün Türkiye’nin mülkiyeti altı olduğunu belirterek bu üssün kapanmayacağını ima etti. Washington Büyük Elçiliği’nden Biden’in söylemine ilişik herhangi bir kınama mesajı gelmedi.
Gelinen nokta
İktidar’ın Biden’in söylemine olan tepkisinden anlaşılıyor ki, Ermeni sorununda yıllarca süregelen “suçlama hükümsüzdür, reddediyoruz, tarih komisyonu” argümanı devam edecek, siyasi alanda fazla bir değişim olmayacaktır. Özellikle, askeri alanda ilişkiler eskisi gibi devam edecek. Biden’ın sözlerinin ardından Pentagon’dan gelen açıklamaya göre ABD hükümetinin beklentisi de bu yönde.
“Tarih komisyonu,” aslında ölü doğmuş bir yaklaşım olmuştur. Tarihçilerin konuyu tartışması her ne kadar aydınlatıcı olursa da, ortak bir görüşe ulaşma olasılığı çok küçük. Kaldı ki, olayların soykırım olup olmadığına kararı verecek olan, bu yetkiye sahip bir mahkemedir.
Erdoğan 25 Nisan açıklamasında ABD Başkanı ile iyi ilişkiler geliştirme isteğinde olduğunu açıkça belirtti. Türkiye’nin ekonomik durumu, Sarraf ve Halk Bankası davaları, Kongre’de kendisini ve Türkiye’yi hedef alan yaptırım tasarıları, S-400’ler ve F-35 programı ile ilgili gerginlik, Erdoğan’ı böyle bir tavır almaya yönlendirmiş olmalı.
Öte yandan Biden söyleminin ABD’de Türkiye karşıtı girişimleri körükleyeceğini de vurgulamak gerek. Yeni tazminat davaları ve Türkiye’ye karşı yaptırımlar akla gelen girişimler arasında. Her ne kadar ABD ile 1934’de yapılan anlaşma tazminat davalarında Türkiye için güçlü bir savunma teşkil ederse de, bu anlaşmanın Ermeni tarafı için caydırıcı olacağı şüpheli. Zira şimdi “soykırım” ABD’de “yürütme erki” tarafından resmen tanınmış oldu. Ve Biden’ın söylemi ardından Türkiye’ye yaptırımı öngören yeni bir tasarı ABD Kongresi’ne sunuldu.
Ek olarak, “Ermeni soykırımı” konusu daha yaygın bir şekilde ABD eğitim sistemine sokulmuş olacak. Bu noktada mağdur olan, ABD’deki Türk ve Türk asıllı çocuklar ve aileleri.
En önemlisi, bir yargı kararı olmamasına karşın Batı kamuoyunda Türklerin soykırım yaptığı algısı devam edecek, “soykırım”ı tanıyan ülkelere yenileri katılabilecek. Nitekim Latvia parlamentosu Mayıs ayı başında “soykırım”ı tanıdı.
Çare olabilir mi?
Bütün bu olumsuzluklara çare, “soykırım” suçlamasının geri alınması veya sonlandırılmasıdır. Suçlama siyasi nitelikte olması cihetiyle çözümün yine siyasi alanda olması gerekir ki, görünüme göre bu boş bir beklenti. Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvuru yoluyla yargı yöntemi de düşünülebilir, ancak Ermenistan buna yanaşmayacağı için bu yöntem de olanak dışı. Bir seçenek, BM aracılığı ile UAD’dan istişari görüş almak; bu noktada da devlet kademesinde herhangi bir kararlılık olduğuna dek bir işaret yok.
Bazı yorumculara göre ABD Başkanı aleyhine “hukuksuzluk” davası açılabilir. Oysa ABD Başkanı’na yasal ya da başka çerçevede bir yaptırım ancak ABD Kongresi’nin yetkisi altındadır. Başkan’ın söylemi ve Kongre’nin aldığı “soykırım” kararları kanun teşkil etmediği için yargı yoluyla itiraza açık değil. Medyada yer alan “soykırım” suçlamaları da şiddet ve husumet teşvik etmediği ve ayrımcılığa yol açmadığı süre ifade özgürlüğü koruması altındadır.
Talat Paşa Komitesi son aldığı bir kararla Ermeni sorunu konusunda belge, döküman, vb. toparlayarak zengin bir arşiv derlemeyi ve devlet ve devletler kapsamında bir aydınlatma kampanyası başlatmayı planlıyor. Bu girişim takdire şayan olmakla beraber “soykırım” suçlamasının geri alınmasında kayda değer bir fayda sağlamayacaktır. Sn. Doğu Perinçek’in AİHM’deki başarısından sonra bazı yabancı belediyeler ve yerel parlamentolar daha önce aldıkları “soykırım” kararını geri çekmişlerse de, böyle bir gelişmeyi devletler çerçevesinde beklemek gerçekçi olmaz.
Sonuç olarak “soykırım” suçlamasının Türk milletinin sırtında çok çirkin bir yük olmaya devam edeceği kesin görünmektedir. Başka bir deyişle, lekeleme kalıcı olacak, ve bir şekilde bu durum “tahammül edilecek.” Çirkin iftira ağırlıklı olarak yurt dışında yaşayan Türkleri etkileyecek, ve vebalini şimdiki nesil kadar gelecek nesiller çekecektir.
Yılların verdiği ihmalciliğin, ve bir bakıma umursamazlığın, doğal bir neticesidir gelinen durum. Hükümet ve diğer söz sahipleri istedikleri kadar uzaktan gazel okurcasına, “karar geçersizdir, reddediyoruz” desin!
En acı gerçek şudur ki, 1. Dünya Savaşı ve hemen sonrasında Anadolu’da insanlığa karşı suç işleyenler aslında Türkler değil, emperyal güçlerin kışkırtması ile ağırlıklı olarak Ermeniler olmuştur. (Devlet Arşivleri no. 49 ve 50). Ve bu suç işleyenler adalet önünde hesap vermedi.