1989 yılının Kasım ayı dünya tarihinin en ikonik olaylarından birine, Berlin Duvarı'nın yıkılışına sahne olmuştu. Duvarın yıkılışı bir bakıma Doğu Avrupa'da aylardır artan gerilimden sonra Soğuk Savaş'ın somut bir anıtının nasıl çöktüğünün basit bir anlatımıydı.
Berlin Duvarı'nın yıkılış süreci somut olarak saat 23.30 civarında, Stasi memuru Harald Jäger'in emriyle hareket eden iki kontrol nöbetçisi Helmut Stöss ve Lutz Wasnick'in Berlin'deki Bornholmer geçiş noktasındaki ana bariyer kapısının kollarını kavrayıp açmasıyla başladı.
O anı anlamak için, o güne katkıda bulunan düzinelerce insanla röportaj yapıldı, bir zamanlar gizli olan yığınla Stasi dosyası da artık uzmanların kullanımına açık, saatlerce süren video kayıtları internet mahzeninde araştırıcıların ilgisini bekliyor. Araştırmacıların istifadesine sunulmamış yahut henüz yayınlanmamış bir o kadar da evrak kendisine uzanacak dikkatli nazarlara muntazır. Bu inceleme elbette Berlin Duvarı'nın yıkılışını bütün cepheleriyle anlatma iddiası taşımıyor. Fakat duvarın "yavaş yavaş ve sonra bir anda" nasıl yıkıldığını anlamanız açısından faydalı olacaktı.
"DUVAR AÇIK!"
Aslına bakarsanız ne Washington'da, ne Moskova'da, ne Batı Almanya'da, ne Doğu Almanya'da, hatta Doğu Berlin'de de hiç kimse o gün olacaklardan haberdar değildi. Doğu Alman yetkililerden biri olan Gerhard Lauter için gün o kadar monotondu ki 9 Kasım akşamını karısıyla birlikte tiyatroda geçirdi. Eve geldiğinde ise İçişleri Bakanı'nın gönderdiği telgrafın şu satırların okuduğunda adeta dona kaldı: "Bu arada, duvar açık!"
Bornholmer Sokağı geçiş noktasında görev yapan üst düzey Stasi yetkilisi Jäger üstüne üstüne gelen göstericilere ateş edebilirdi ama bunun yerine eylemsizlik kararı aldı. Jäger sadık bir parti yetkilisiydi ve devrimci de değildi. Ancak o gece, sınırı geçmek isteyen kalabalığın baskısı, parti liderlerinin işleri berbat etmesi ve amirlerinin pisliği temizlemek için onu yalnız bırakması fikirleri bir araya geldi ve onun kararında etkili oldu.
Elbette bu insanların hiçbiri -ve o günkü eylemleri veya eylemsizlikleri tarihin gidişatını değiştiren diğer pek çok kişiden hiçbiri- sokakta dolaşırken böylesi bir karara ulaşmadı. Bu kişiler "birdenbire" olanı yarattılar evet, ancak bu eylemleri yalnızca aşamalı olarak açığa çıkan bir bağlamda önem taşıyordu. Bunun nedenini anlamak için Alexis de Tocqueville'e başvurmaktan iyi bir fikir olabilir. Berlin Duvarı’nın Fransız Devrimi'nin 200. yıldönümünde yıkılması elbette dikkate değer bir tesadüf. Şimdi tam da burada Tocqueville'in 1789'a ilişkin meşhur açıklamasını hatırlamamız gerekecek.
KALDIRILMASI MÜMKÜN OLANA DAYANMAK MÜMKÜN OLMAZ
Tocqueville, Fransız Devrimi sırasında eski muhafızların baskıcı yönetiminin gevşemesinin, halkı tatmin etmek yerine, kitleleri daha fazlasını talep etmeye teşvik ettiğini tespit etmişti. Uzun süredir tahammül edilen şikayetler, ortadan kaldırılmaları mümkün göründüğü anda “dayanılmaz hale” geldi. Tocqueville'in görüşü 1989'da Berlin’de yaşananlara mükemmel bir şekilde uyuyor. Çünkü o sonbahar da Fransa Devrimi’ndekine benzer bir gevşeme dönemine denk gelmişti.
Mihail Gorbaçov dört yıllık iktidar süresi boyunca, Sovyet Bloku sakinleri üzerindeki baskı yükünü azaltmıştı. Pek çok uzmana göre onun reformları olmasaydı Duvar yıkılmazdı. Ancak Gorbaçov'un reformları Duvar'ı açmak için tek başına yeterli değildi, çünkü o, hiçbir şekilde bölünmüş Berlin'in işgalini sona erdirmeyi amaçlamıyordu.
Adolf Hitler'in 1941'de Sovyetler Birliği'ni işgal etmesinin ardından yaşanan 4 yıllık savaşlarda milyonlarca Sovyet askeri ve vatandaşı hayatını kaybetse de savaşın sonunda Nazi Almanyası kayıtsız şartsız teslim olmuştu. Sonuç olarak Moskova, Sovyet birliklerinin Doğu Almanya'da kalıcı olarak konuşlandırılmasını (1989'da yaklaşık üç yüz seksen bin kişi hala oradaydı) tamamen meşru görüyordu. Ve tıpkı Gorbaçov'un Doğu Berlin'den vazgeçmeye niyeti olmadığı gibi, Alman müttefiklerinin de vazgeçmeye niyeti yoktu.
Ancak 9-10 Kasım 1989 gecesi Gorbaçov, Demir Perde'de büyük bir deliğin açılmasına tanık oldu. Kötü bir basın toplantısını Duvar'ın yıkılmasına dönüştüren şey, Doğu Almanya'daki barışçıl devrimci faaliyetlerdi. Onlar bu sayede basın toplantısının sunduğu ani fırsattan yararlanabilecek kadar taraftar ve güven kazanmışlardı.
BERLİN DUVARI'NIN YIKILMASINI SAĞLAYAN 4 ÖNEMLİ FAKTÖR
Bugüne kadar yazılıp çizilenler göstericileri başarıya götüren dört önemli faktör olduğunu ortaya koyuyor. Birincisi hareketinin şiddete yaslanmamış olması. Erica Chenoweth ve Maria Stephan'ın yakın tarihli önemli bir makalesinde belirttiği gibi, barışçıl bir devrim "daha geniş ve daha çeşitli bir katılımcı tabanını çekme ve bir rejime sürdürülemez maliyetler yükleme olasılığı silahlı mücadeleden daha muhtemel olduğu için başarılı olur."
Bu dinamik, 9 Ekim 1989 akşamı, Doğu Almanya'nın Leipzig kentinde en belirgin şekilde ortaya çıktı. Burada (yeni kanıtların gösterdiği gibi), Politbüro, Tiananmen Meydanı'nın sadece birkaç ay önce ortaya çıkan Almanya versiyonunu planladı.
Ancak o gece hem protestocuların çokluğu hem de onların şiddet içermeyen davranışları güvenlik güçlerini saldırmaktan caydırdı. Bunun yerine bazı birlikler protestocuların saflarına katıldı. Göstericilerin büyük tehlike karşısındaki takdire şayan davranışları, daha önce hiç başaramadıkları bir şekilde kendi saflarını büyütmelerine olanak tanıdı. Leipzig'deki 9 Ekim, Berlin'deki 9 Kasım'ın yolunu açtı.
İkincisi, Siggi Schefke ve Aram Radomski gibi gizli görevdeki "modern vakanüvisler", eylemlerini dünya çapında duyurarak sivil direnişçilerin etkisini genişletti. Schefke, Radomski ve diğerleri, büyük bir kişisel riski göze alarak, video kameraları ve kasetleri Doğu Almanya'ya kaçırdılar, protestoları kaydettiler ve ardından elde edilen görüntüleri yayınlanmak üzere Batılı medya kuruluşlarına gönderdiler. Bu da uluslararası kamuoyunda ciddi bir desteği açığa çıkarttı.
Başka bir deyişle Radomski ve Schefke, YouTube çağında artık çok daha yaygın olan bir olgunun, diktatörlerin kameralarla sınırlandırılmasının ilk uygulayıcıları oldular. Elbette daha önceki gazeteciler de aynısını yapmıştı ama ucuz, taşınabilir video kameraların ve daha sonra internetin gelişmesi bu tür eylemlerin olasılığını artırdı.
Radomski ve Schefke, üçüncü bir destek kaynağı ise kiliseler oldu. Doğu Almanya'daki Protestan kiliseleri yoğun Stasi gözetimine maruz kalsa muhalifler için hala en güvenli buluşma yerleri olarak kullanabiliyorlardı.
Diğer bir etken ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİK) verdiği ciddi destek oldu. AGİK pek çok yardımının dışında bazı gazetecilerin aranmadan Berlin Duvarı'nı geçmesine olanak tanıyan bir dizi önlemleri uygulamaya koymuştu. Batı Alman dergisi Spiegel'in muhabiri Ulrich Schwarz, bu tür önlemler sayesinde Radomski ve Schefke'nin kuryesi olarak görev yapabildi ve önemli video kasetleri 9-10 Ekim 1989 gecesi kaçırmayı başardı.
Dördüncü ve son olarak, devrimciler, potansiyel olarak yaşamı tehdit eden durumlarda tamamen yabancılara güvenme ve baskı altında başarılı bir şekilde birlikte çalışma konusunda şaşırtıcı bir istek gösterdiler. Buna karşılık Stasi dosyaları, iktidardaki rejimin üyelerinin birbirlerine ya da astlarına güvenmediklerini ve bu güven eksikliğinin onların yükselen devrimi köreltme yeteneklerini ciddi şekilde baltaladığını tekrar tekrar gösteriyor.
"GÜÇ VE OTORİTE YAVAŞ YAVAŞ BUHARLAŞIR"
Tüm bu faktörler bir araya gelerek Berlin'in iki yarısı arasındaki en büyük sınır geçiş noktası olan Bornholmer Caddesi'ndeki Duvar'ı yıktı. Kendisi ve adamları için korkan Jäger, sonunda kendi yetkisini aşarak kontrol noktasını açmaya karar verdi. Berlin'in iki yarısı arasındaki diğer geçiş noktalarındaki meslektaşları da kısa süre sonra aynı şeyi yaptı.
Tocqueville'in tahmin ettiği gibi bariyer artık dayanılmaz hale geldi ve halk bariyerin kaldırılmasını talep etti. İktidardaki rejim böylece gücünün temel taşını, yani halkının hareketini kontrol etme yeteneğini kaybetti ve hızla çöktü.
Bu, Tocqueville'in iki yüz yıl önce anladığı bir derstir: "Güç ve otorite yavaş yavaş buharlaşır". Veya Ernest Hemingway’in sözünü tekrar etmemiz gerekirse her değişim "Yavaş yavaş ve sonra aniden..." oluyor.