Belediyeden bütçeli devrim mutfağı ve yalanlar

Ülkücüler ‘Zengin Mutfağı’ adlı tiyatro oyununu bastı... Zengin Mutfağı oyununa 34 yıl sonra ülkücü saldırısı...
Kimi gazeteler bu başlıklarla verdiler haberi... Başlığı gören ve içeriğinde daha da iğrençleşen haberi okuyan kişi bir vahşetten söz edildiğini düşünebilir... Çünkü ortada ‘baskın’ var, ‘saldırı’ var... Vasıf Öngören’in 1977 tarihli oyunu ‘Zengin Mutfağı’ bizim vergilerimizle ayakta duran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sergilenirken gerçekleşiyor bu eylem...
Eylemin zamanlaması da ‘faşistler’i ele veriyor zaten!.. Aynı gazetelerin haberine göre, oyunun karakterlerinden ‘Aşçı Lütfü’ faşizme söverken ortaya çıkıp eylemlerini yapıyorlar... ‘Saldırı’ ve ‘baskın’ başlıklarıyla verilen eylem dedikleri de, üç kadın izleyicinin artık tahammül sınırlarına dayanılınca ayağa kalkmaları, birinin sahneye doğru bozkurt işareti yaparak slogan atması ve salonu saplantılı seyircilerin küfür ve hakaretleri eşliğinde terk etmeleri!.. Organize ülkücü vahşet ve sanat düşmanlığı bundan ibaret!..
‘Sanatçı, aydın, gazeteci’ üçlemesinden oluşan ve sık sık şikayetlendiğimiz bu ideolojik dayanışma aslında şaşırtıcı değil... Bunlar, bir katil olan Yılmaz Güney’e asla katil dememiş, ellerindeki bütün propaganda imkânlarıyla onu ‘vatanından ayrı yaşamak zorunda kalan çirkin kral’ olarak yutturmuşlardır... Güney’in Yumurtalık’taki siyasî olmayan cinayetiyle hayatını kaybeden hâkimin de insan olabileceği, acılı ailesinin bulunabileceği hiç umurlarında olmamıştır... Asıl önemlisi Yılmaz Güney’den ‘devrimci rol model’ üretmek olduğu için yalanlardan efsane inşa etmek, ‘ideolojik amentü’nün şartı sayılmıştır...
Zaten bunların kitabında bir katile katil denmesi için, bir kişinin bir başka kişiyi öldürmüş olması tek başına yetmiyor... Asıl belirleyici olan, öldürenin ideolojik kimliğidir!.. Kim kimi vurmuş, niye vurmuş? Eğer öldüren kişi ‘ideolojik akrabamız’sa asla katil değildir; olsa olsa savaşçıdır, devrimcidir!..
Amaca giden her yolu mübah sayan Machiavelli bunların yanında şüphesiz çırak kalırdı!.. Hatırla Sevgili’yle zirve yapan ve bugün nöbeti Öyle Bir Geçer Zaman Ki’yle sürdüren saplantı bunun bir başka ispatı... Görüyorsunuz ‘faşist katilleri’!.. Çirkin, sinsi, aslında korkak, halk düşmanı, hurdacıda veya karanlık bir odun deposunda bir araya gelen tetikçiler, sermayenin adamları!.. Bir de devrimciler var tabii... Demokrat, yurtsever, insancıl, kütüphanede veya üniversite kantininde toplanan güzel insanlar!.. Gariban işçileri katledip, cesetlerini köpeklere yedirenler de, örgüt içi infazların sahipleri de, asker ve polislerin katilleri de bunlar değildi!.. Kime nasıl anlatacaksınız bu gerçekleri? Medya ve sanat dünyası tekellerinde ve bu orantısız gücü acımasızca kullanıyorlar... Tiyatroda meydana gelen masumane bir protestoyu ‘şiddet’le açıklayan bu kafanın içindeki loblara sığdırsanız bile 1970’leri kan davası gibi bugünlere taşıyan kararmış vicdanlarına nasıl sığdıracaksınız bu gerçeği? Soğuk savaştan yadigâr kalan ve ahlâk sınırı tanımayan ‘ideolojik soykırım’ tutkusu bugün bütün hızıyla sürüyor... Üç kadının protestosunun sunulma biçimi, bu dayanışmanın hangi düzeyde olduğunu gösteriyor... 1988’de filme de dönüştürülen bu eski oyunda, işçi düşmanı sermayedara önce muhbirlik sonra da uşaklık yapan, ardından bir ‘kamp’a gönderilen, kampta aldığı eğitim dolayısıyla her kötülüğü Türk düşmanı komünistlerden bilen, saldırgan ama aslında korkak olan hilal bıyıklı ‘Selim’ tiplemesi üzerinden sözde ‘faşizm’e ama çizdikleri tip ve aralara yerleştirdikleri repliklerden de anlaşılacağı üzere gerçekte milliyetçilere dönük açık bir aşağılama kampanyası var... Zaten genel olarak ‘faşizm’ ve ‘milliyetçilik’kavramlarının eşitlenmesi de bu aşağılama kampanyasının eskimeyen taktiklerinden birisi... Belediyenin tiyatrosunda yaşanan bu olaylar, aslında milliyetçilerin genel trajedisini de özetliyor... Medyada, sanat dünyasında, üniversitelerde, iş dünyasında, hatta siyasetteki yalnızlıklarını, sahipsizliklerini veya yetersizliklerini gösteriyor bütün bu olup bitenler... Daha önce kaleme aldığım bir yazıda ‘dünyanın adı konulmamış en tutucu ideolojik dayanışması’nın, bir nevî ‘sanatsal feodalite’nin sahipleriyle ilgili şu gerçeği vurgulamaya çalışmıştım: Sosyete camilerinden alkışlarla uğurlanacakları o tabutlara girene kadar ‘emekçilik’ yaparlar... Ama iş para almaya geldi mi, devletin ilgili bakanlıkları, belediyeleri, tanıtım fonları, kim iktidarda olursa olsun bunlara çalışır, çalışmak zorundadır!.. ‘Millet kesesinden millete sövme sanatı’ meşakkatli bir iş olsa gerek... Onun için bir klan gibi hareket ederek, araya kimseyi almazlar... Çünkü bütün zorlukları, halkçılık adına üstlenmek, onların ‘toplumsal eleştiri’ üstadları Stalin ödüllü Bertolt Brecht’ten devraldıkları bir misyondur!.. Ara vermeden devam ediyorlar... “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağrılacaksa veya PKK’lıların açlık grevlerine destek verilecekse en önde ‘ideolojik hısım’ları görmeye devam edeceğiz... Ama asla bir şehit cenazesinde, bir yetimin başında ya da terör örgütlerinin katlettiği siviller için düzenlenen bir protestoda göremeyeceğiz... Ne beleş bir döngü: Bütçe milletten, milletin değerlerine hakaret bunlardan!..

Yazarın Diğer Yazıları