Bektaşi fıkralarında irfan...

Bektaşilik dinsel bir yorum, kol, tercih olmaktan öte bir anlam ve algı taşır bizim toplumumuzda. Çünkü Bektaşi, denilemeyeni der, hem de öylesine hikmetli, nükteli der ki halkın belleğinde yer eder o saat ve çağlar boyu anlatılır durur kuşaktan kuşağa.

Birkaç yazımda demiştim, bugünkü toplumumuzda Bektaşi yüreği ve zekâsında insanlar ne yazık ki yok. Gitmiyorum artık, ama 35 yıl devam ettiğim camilerde bir güne bir gün; bir vaize, bir müftüye, bir hocaya; Bektaşivari bir laf eden birisine rastlamadım, cemaat sessizce dinler, bazısı başını salar, sonra kalkıp giderler.

Hele hele şu devr-i AKP'de buna ne denli ihtiyacımız vardı, olsaydı neler olurdu neler.

Neden böyle bir giriş yaptım? Çünkü değerli iki dostun gönderdiği bir Bektaşi fıkraları kitabı var elimde. H. Dursun Gümüşoğlu ve Hüseyin Cılga yazmışlar, Post Yayınları'ndan çıkmış, adı da "Yayınlanmamış Bektaşi Fıkraları ve Bektaşi Fıkralarında İrfan".

O ki camiden, hocadan açtık sözü, bu kitaptan onlara dair fıkralar verelim önce.

Caminin içinden bağrışmalar, gürültüler gelmekte. Babaeerenler kapı perdesini aralayıp içeri bakmış; imam, müezzin koşturup duruyorlar, sormuş:

-Ne var imanım? Nedir bu gürültü?

-Camiye bir domuz girmiş, onu kovalıyoruz.

Babaerenler:

-Allah Allah demiş, softanın domuzunu çok gördüm ama domuzun softasını ilk kez görüyorum.

Bu biir... İyi değil mi? Hadi devam:

Gazeteci Yılmaz Çetiner, bir yazı dizisi yapmak için Arnavutluk Tiran'a gider. Burada Tepedelenli Dergâhında görevli Fehmi Baba'ya Bektaşilerin namazla neden başlarının hoş olmadığını sorar, Fehmi Baba: "Biz günde üç defa namaz kılarız, beş defaya vaktimiz yoktur" der.

Kitapta başka ilginç fıkralar da var elbette, onlardan da sunayım:

Bektaşiler iyi bir şiirin nasıl yazılacağını tartışıyorlarmış. Birisi, sözcüklerin önemini vurgulamış, nasıl ki duvarı örmek için tuğla gerekli ise şiir için de sözcük şarttır, demiş. Ama öbür ki, taşı gediğine koyuvermiş hemen:

-Örülecek tuğlaları birbirine yapıştırmak için nasıl ki harç lazımsa, şiirdeki o sözcüklerin harcı da aşktır.

Âşık İbretî'ye birisi gelir, şöyle der:

-Sizler hayvanı besmelesiz kesiyorsunuz. Onun için sizlerin kestiği yenilmez.

Âşık İbretî yanıtlamış:

-Sizler de tazının boğduğu hayvanı yiyorsunuz. Tazı hangi medreseyi bitirdi, nerede besmele öğrendi?

Şâkir Baba, sakallarını düzeltmek için berbere gider. Berber sakalları çok uzamış görünce "Hacca gittiniz mi?" diye sorar. Baba da cevap verir: "Günde üç dört kez giderim". Berber şaşırır: "Nasıl yani?" Baba anlatır işin sırrını: "Her gün üç dört kez insanlara yardım eder, onların gönlünü alarak hac farizasını yerine getiririm."

Kitapta yalnız fıkra mı var? Hayır, Bektaşilikle ilgili akademik düzeyde bilgiler de var. Sözgelimi Pertev Naili Boratav "Bektaşi'nin tutumu inkâr değil, tenkittir" diyor. Dursun Yıldırım "Bektaşi, dini ve Tanrı'yı şeriat mensuplarının anladığı gibi biçimsel tarafıyla ele almaz. Tanrı'yı belli kalıplar ve kurallar içinde aramaya ve ona yaklaşmaya çalışan kişilere karşıdır. Tanrı korkulacak bir varlık değildir."

Evet Altay Türkleri'nin bilge kam'ı, Akay Kine de öyle demiyor mu "Tanrı korkulacak bir varlık değildir", dahasını da, Bektaşi'nin diyemediğini de diyor: "Biz O'nun kulu değil evlatlarıyız."

Yazarın Diğer Yazıları