Beka meselemize nasıl bakmalı?
Ortadoğu, özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgemiz, 1991’den bu yana ciddi müdahale ve gelişmelere sahne oluyor. Bugün ülkemiz, bir yandan bölücü terör saldırılarının kazandığı yeni boyutlar, diğer yandan ABD işgali sonrasında Irak’ın içine sürüklendiği kanlı kaos ve kuzeyde meydana gelen kukla devlet oluşumuyla, birinci derecede tehdit altına girmiştir. Yine, AB’ye uyum adı altında gerçekleştirilen “demokratikleşme ve özgürleşme” oyunuyla, devlet otoritesi ve kamu düzeni sürekli zayıflamakta, ülkede mevcut huzur bozulmaktadır. En haklı olduğumuz Kıbrıs, Ege, Patrikhane, Ermenistan gibi milli davalarda, sürekli mevzi kaybedilmektedir.
Bekamızla ilgili bu meseleleri hep tartışıyoruz. Böyle olması normal de, acaba yaptığımız analizlerimiz ne kadar isabetli? Bakalım.
1991’de 1. Körfez savaşı ve devamında “Çekiç Güç” le Irak’ın kuzeyinde oluşturulan “güvenli bölge” nin amacı görülebildi mi? Burada oluşan kukla devletin, anayasasında Sevr’e atıf yaparak topraklarımızı istediğini ne kadar biliyoruz? Türkmenler niçin katlediliyor, niçin seyirci kalınıyor? Yine, son 1 ay içinde tırmanan kanlı terör saldırıları, beklemedeki tezkere, Irak’a komşu ülkeler toplantısı ve Başbakan Erdoğan’ın Bush’la görüşmesine dair, yorumlar ne kadar geçerli?
Bütün bu hayati gelişmeler, günün şartlarından doğmuş gibi düşünülerek, hep güncel yorumlarla yetinildi. Yani; ne olmuş, nasıl olmuş, tarafların niyetleri neymiş, hangi açıklamalar yapılmış, gelişmeler nasıl olabilirmiş gibi hep gündelik çerçevede kalınarak. Yaşananların, olayların aktörü devletlerin tarihi niyet ve hedeflerinden kaynaklandığı görülemedi.
Bugün dünün devamıdır
Tefekkürde iç derinlik ve ufuk genişliği kayboldukça, zaman boyutu da kısalıp, insan ömrüyle sınırlanıyor. Sonra da bugünün, dünün devamı olduğu kavranamıyor. Asırlık niyetler gözden kaçıyor.
Buna göre, günümüze dönerek soralım; bölgemizin ve ülkemizin kaderini ilgilendiren gelişmelerin temel hedefi nedir? Bunu ne kadarımız biliyoruz? Gerçeği bulmak için sorunun temeline inmek yeterli olacaktır. Bunun için 2 soru soralım;
1- ABD Irak’a niçin geldi?
2- AB, gerçekten Türkiye’yi üye yapmak istiyor mu?
Evet kısaca cevabı hatırlayalım.
ABD Irak’a, İsrail’in güvenliğini sağlamak, bölge enerjisine el koymak, kuzeyde bir kukla devlet kurmak -2. İsrail- için gelmiştir. İlk safhada bu hedeflere ulaşıldığında, ikinci safhada İsrail, kukla devlet, Ermenistan ve Yunanistan’ın genişlemesi vardır. Bu genişlemelerin, Türkiye topraklarında olacağı belli değil mi?.
Bunlar ne büyük laflar diyenlere, lütfen tarihe bakın, hiç olmazsa Sevr ve Lozan’ı iyi öğrenin demek lazım. Bugün oradakiler bire bir yaşanmıyor mu?
AB üyeliğine gelince, “Şark meselesini” bir tarafa bırakıp, aynı başlangıca, Sevr ve Lozan’a bakmak yeterli olacaktır. Ayrıca, AB zirve kararlarıyla, Türkiye’nin üye olamayacağı kesinlik kazanmıştır. Ayrıca, AB kriterlerine yüzde yüz aykırı, siyasi dayatmalara bakmak da yeterlidir.
Şimdi biraz daha somuta inelim. Tarihi planlara göre, PKK-Barzani-Talabani-ABD-AB-İsrail niçin aynı safta olmasın? Saf bir olunca, projenin sahibi, neden kanlı terör örgütünün ve diğerlerinin de sahibi olmasın?
İyi de Washington’da varılan mutabakat ne olacak denebilir. Mutabakat nedir, tam olarak bilinmiyor, ama bilinse ne olacak? Her şey haçlı projesi çerçevesinde yürüyecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. ABD, Türkiye’yi, daha açık ifadesiyle AKP iktidarını kaybetmemek için sınırlı, ancak zayiatı daha da sınırlı, danışıklı operasyonlara izin verecek. Önümüz kış, PKK zaten inine çekilecek. O kadar.
Bu durum iç siyasetimize dev aynalarıyla yansıtılarak, halk ikna (!) edilecek. Bu arada Talabani ve Barzani’den güzel (!) sözler işitirsek şaşmayalım. Şimdiden, askerlerimizi ABD istedi, Barzani teslim etti. Erdoğan da, Bush’a teşekkürlerini bildirdi.
Çaremiz yok mu? Kesinlikle var. Tarihi hedefler bilinerek, milli siyasete dönüp, milletçe topyekûn hareket edildiğinde, hiçbir güç bize zarar veremez. İsteyen inanmasın!.