Behramoğlu: Atatürk dönemi dışında iktidarlar yalaka yazarları desteklediler

Behramoğlu: Atatürk dönemi dışında iktidarlar yalaka yazarları desteklediler

İfade özgürlüğünü ve kalem sahiplerinin haklarını savunan Yazarlar Sendikası yarım asrı geride bırakırken eski başkanlardan Ataol Behramoğlu bazı düşüncelerini Yeniçağ okurlarıyla paylaştı.

Nazım Hikmet, Haziran 1951’de Moskova’ya varır. SSCB’nin Radyo-Televizyondan sorumlu devlet bakanıyla biraraya gelmiş, radyonun yabancı yayınlar servisinde Türkçe yayınlar bölümünde haftalık Nazım Hikmet saati programı talebinde bulunmuştu. Ancak sovyet yönetimi Nazım’ın özellikle Anadolu gençliği üzerinde yaratacağı etkiden korkarak bu isteği geri çevirmişti. Moralini bozmayan Nazım radyonun Türkçe yayınlarında gönüllü editörlük yapmıştı. Kısa süre sonra SSCB’de bakanlıkların bile üstünde bir statüye sahip Yazarlar Birliği yöneticileriyle biraraya gelen Nazım’ın şerefine ziyafet organize ediliyor, basılacak kitaplarına çok yüksek telif ödenmesi kararlaştırılıyor.

Türkiye özlemini dindirmek için bazen Bakü’ye bazen Taşkent’e giden Nazım, bazı zamanlarda ise Avrupa’da Türk gençlerle buluşuyor. Ancak bu gezi ve buluşmaların tamamında kendisini F. Adilov isimli bir istihbarat albayı gölge gibi takip ediyor. Azerbaycanlı genç besteci Arif Melikov’un, Nazım’ın ‘Bir Aşk Masalı’ piyesine bestelediği ‘Muhabbet Efsanesi’ isimli bale 1962’de Leningrad’da sahneleniyor. Gala gecesinde Nazım oğlu gibi gördüğü Melikov’a, “Arif, bu bale bir gün Anadolu’da sahnelenecek, sen göreceksin ama ben göremeyeceğim” diye o altından kalkılması zor kederini ifade etmişti. Yaklaşık yarım asır sonra konuştuğumuzda Melikov, “Gözlerindeki hüzün dünkü gibi aklımda” demişti.

Nazım Hikmet’in 2 Haziran 1963’te Moskova’da hayatını kaybetmesinden sonra Sovyetler Birliği’nin en çok temas kurduğu yazar Aziz Nesin olmuştu. Şair Konstatin Simonov, “Nazım’ın bizde bulunan yazmalarının mikrofilmlerini arşivlerden bularak size verebiliriz” diye önerdiğinde Nesin, “Örgütümüzün 3-5 üyesi bulunmaktadır, aidatlarla ayakta duruyoruz, mikrofilmleri ne yapacağız?” diye arşiv belgelerini sahiplenemeyeceklerini belirtmişti. Ve galiba o sıralarda Nesin, SSCB’deki gibi bir Yazarlar Birliği kurup yaşatamayacaklarını anlamış ve kafasında daha farklı bir düşünce şekillenmeye başlamıştı. Nazım’ın ölümünü kabullenemeyen Nesin, küçük oğlu Ahmet ağabeyin bana söylediği gibi “SSCB’ye her gidiş-dönüşünde Türkiye’de ailesine dünyanın sıkıntısı yaşatılırken” yakın arkadaşı Cengiz Hüseyinov’un hatıralarından Aziz Nesin’in Moskova’da “Türkçülük ve hatta Turancılık” yaptığını öğreniyoruz. İşte Ağustos 1965’te Aziz Nesin, SSCB’li yazar meslektaşlarıyla buluşmasında şu görüşünü dillendirmekten asla çekinmemişti:

“Azerbaycan dili Türkçenin bir diyalektidir. Azerbaycanlılardır ancak dil Türkçedir (Amerika ve İngilizce). Gürcistan ve Ermenistan’da hoşuma gitti, Azerbaycan’da ve Orta Asya’da ise hayır: insanlar kendi aralarında Rusça konuşuyor.” Rusçayı bilmek gerekir, burası iyidir ancak kendi dilini de kaybetmemeli. Eğer sevgililer farklı bir dilde konuşuyorsa, ana dili kayboluyor demek ki. (Ekper’in akrabası kendini haklı çıkarıyor: “Ama biz Moskova’da okuduk”). Soruyorum: neden Gürcistan'da ve Ermenistan’da kendi dillerinde konuşuyorlar, Azerbaycan’da ve Orta Asya’da ise yok? Orada da Sovyet iktidarıdır, burada da. Ancak neden böyle oluyor? Sizin düşünerek düzeltmeniz gerekir. Sovyet hâkimiyeti iyidir, edebiyat için her türlü ortamı yaratıyor ancak gençlerin kendilerine yol açması zordur.”

SSCB Yazarlar Birliği tarzı bir örgütü Türkiye’de kuramayacaklarını anlayan Aziz Nesin, kalem sahiplerinin haklarını daha etkin biçimde savunabilmek için Yazarlar Sendikası kurulmasını Türk edebiyatının yaşlısından gencine farklı kuşaklara mensup kalem sahipleriyle kapsamlı istişarelerinden sonra kararlaştırıyor. 4 Şubat 1974’te kurulan Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucu üyeleri şu kişilerdi: Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Bekir Yıldız, Adalet Ağaoğlu, Orhon Murat Arıburnu, Adnan Özyalçıner, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Leyla Erbil, Nihat Behram, Ali Özgentürk.

whatsapp-image-2024-10-13-at-13-28-13-1.jpeg

Yaşar Kemal’in yaklaşık bir senelik başkanlığından sonra 1975 yılında Yazarlar Sendikası Başkanlığı’na seçilen Aziz Nesin bu görevi 1989 yılına kadar sürdürdü. Aziz Nesin’in yönetiminde Genel Sekreterlik görevini üstlenen Ataol Behramoğlu 1995-1999 yılları arasında iki dönem Sendika’nın Genel Başkanlığını yürüttü. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın 50. kuruluş yılında eski Genel Sekreter ve eski Genel Başkan Ataol Behramoğlu, yarım asırlık mücadele tarihi ve Sendikanın mevcut durumuna ilişkin bazı düşüncelerini Yeniçağ okurlarıyla paylaşıyor:

Behramoğlu: Öncelikle şunu ifade etmem gerekir: Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk dönemi dışında iktidarlar sadece kendilerine yalakalık yapmış kalem sahiplerini ve örgütleri desteklemişler. Mustafa Kemal Atatürk ise gerçekten yazarlara hem büyük değer ve hem de karşılık beklemeden destek vermiştir.

Yeniçağ: Mustafa Kemal Atatürk yazarlara kendini övdürmek için mi destek veriyordu yoksa aydınlığa doğru yürüyüşte ülkenin daha güçlü olması için mi?

Behramoğlu: Mustafa Kemal Atatürk’ün zamanında bazı kalem sahipleri milletvekili olmuştu, devletin çeşitli katlarında onlara görevler de verilmişti. Ancak onların tamamı Kemalist ve Mustafa Kemal’i destekleyen insanlar değildi. Öyle bir şey olmadı.

Yeniçağ: Mustafa Kemal bir şaire görev verdikten sonra veya milletvekili seçilmesini sağladıktan sonra kendisi için övgüler yazmasını bekledi mi?

Behramoğlu: Ben öyle bir şeyin olduğunu bilmiyorum. Mustafa Kemal’in yakın çevresinde tartışmalar yaptığı ve istişarde bulunduğu kalem sahipleri olmuştur. Bu, normaldir. Ancak kendisini methettirme diye bir düşüncesi olmadı.

Yeniçağ: Yazarlar Sendikası’nda Aziz Nesin’le çalışmalarınız…

Behramoğlu: Aziz Nesin müthiş örgütçü bir insandı ve aslında Yazarlar Sendikası’nı bizzat kendisinin kurduğunu söyleyebilirim. Ben onun Genel Sekreteri olmaktan hep gurur duymuşum. Yaşar Kemal, Asım Bezirci, Oktay Akbal, Demirtaş Ceyhun’un çeşitli dönemlerde başkanlık yaptığı tamamen gönüllü ve aidatlarla ayakta kalabilmiş bir kurum. Sadece Firki Sağlar’ın Kültür Bakanlığı döneminde uzun yazışmalardan sonra Sendikaya bir oda verilmişti. Yazarlar kendi teliflerinden destek olabilir ancak Türkiye’de kalem sahipleri bencil ve ferdiyetçi oldukları için Yazarlar Sendikası’nın maddi sorunları asla bitmez.

whatsapp-image-2024-10-13-at-13-28-13.jpeg

Yeniçağ: Yazarlar Sendikası’nın herhangi bir üyesinin durumuyla ilgili devlet dairelerine, bakanlıklara yaptığınız başvuru oldu mu?

Behramoğlu: Bunu net hatırlamıyorum. Ancak olabilir de. Yaşlı, hasta ve yardıma muhtaç yazarlarımız olabilir. Kültür Bakanlığı’nın hasta bir yazara yardım etmesinden daha doğal ne olabilir ki? Yazar farklı bir ülkenin değil, bu ülkenin yazarı olduğu gibi iktidar da bu ülkenin iktidarıdır. Bunun kişisel çıkar ile karıştırılmaması gerekir. Yardıma ihtiyacı olan bir yazara destek verilmesi tamamen farklı bir konudur. Kendimle ilgili şunu söyleyebilirim, ne bugün ne de yarın yardım için bir yerlere başvuracağımı düşünmüyorum.

Kuşkusuz, her bir örgütün kuruluşundan sonra tüm sıkıntılara rağmen mücadelesini sürdürerek yarım asır ayakta kalması sadece Türkiye’de değil dünyada da önemli bir olay sayılmaktadır. Hele bu örgüt kalem sahiplerinin haklarını, fikir ve düşünce özgürlüğünü savunmuşsa ve savunmayı sürdürüyorsa toplumun hem gurur duyması ve hem de yarın asırlık bir örgütün hayatta olmayan üyelerine rahmet, hayattaki üyelerine ise başarılar dilemesi gerekir.