“Bediüzzaman, Allah’ın Müslümanlara hediyesi”
10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu İstanbul’da yapıldı. Sempozyuma bir bakan, bir eski bakan, İstanbul Valisi, Belediye Başkanı ve Diyanet İşleri Başkanı katıldı. 40 ülkeden 400 akademisyen katılmış sempozyuma. Suriye’den gelen Şeyh Mahmud Hasani’nin “Bediüzzaman, ümmet-i İslâmiyeye Allah’ın bir hediyesidir. Allah onunla âdeta ümmetin imanını kurtardı.” sözü, 23.09.2013 tarihli Zaman gazetesinde manşete taşındı.
Risâle-i Nur ve yazarı Bediüzzaman’ın vasıflarını bir de kendi yazdığı Sikke-i Tasdîk-i Gaybî eserinden takip edelim. Kitabın Şubat 2010 baskısının 355-357. sayfalarındaki bölümün bir kısmını sadeleştirerek, fakat cümle yapısını bozmadan veriyorum.
“Risale-i Nur ve tercümanına gelince: Bu şanı yüce eserde şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir ulvi feyiz ve bir sonsuz olgunluk mevcut olduğundan ve hiçbir eserin nail olmadığı bir şekilde ilâhimeş’aleye; hidayet güneşi ve saadet ışığı olan Hazret-i Kur’ân’ın feyizlerine vâris olduğu görüldüğünden, onun esası, Kur’an’ın tam ve katışıksız nuru olduğu ve Allah’ın evliyalarının eserlerinden daha fazla Muhammedî nurların feyzine sahip olduğu... ve onun aynası ve tercümanı olan manevi zatın mazhariyet ve olgunlukları ise o nispette yüce ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikâr bir hakikattir. Evet, o zat daha çocukluk çağında iken ve hiç tahsil yapmadan, zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde eski ve yeni ilimlere, Allah vergisi olan manevi ilimlere, eşyanın hakikatine, kâinatın sırlarına ve ilâhi hikmete vâris kılınmıştır; şimdiye kadar böyle yüce bir mazhariyete kimse nail olmamıştır; bu ilmî harikanın eşi asla (daha önce) geçmiş değildir. Hiç şüphe edilemez ki tercüman-ı Nur (Said Nursî), bu hâliyle... yaratılışın bir mucizesi, tecessüm etmiş (cisim hâline gelmiş) bir inayet ve mutlak bir Allah vergisidir. Harikalar sahibi o zat, daha bülûğa ermeden, eşsiz bir allâme olarak bütün ilim dünyasına meydan okumuş, münazara ettiği ilim sahiplerini susturmuş... ve kendisine hakkıyla ’Bediüzzaman’yüce unvanını bahşettirmiştir... Muhammedî nurları, peygamber a.s.ın ilim ve irfanını, ilâhi ışığın feyizlerini en şaşaalı bir şekilde parlatması, Kur’an ve hadise ait matematiksel işaretlerin kendisinde son bulması ve peygamber a.s.ı muhatap alan yüce ayetlerin matematiksel beyanlarının kendi üzerinde toplanmasının gösterdiği gibi o zat, iman hizmeti noktasında peygamberliğin parlak bir aynası, peygamberlik şeceresinin (zincirinin) son nurlu meyvesi... olduğuna şüphe yoktur.”
Yukarıdaki ifadeler yedi Nur talebesine aittir. Talebelerinin bu ifadelerine karşı Said Nursî şunları söylüyor: “Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesaret edemedim. Sükût ederek o övgüleri, Nur talebelerinin manevi şahısları namına kabul ettim.”
Said Nursî’nin kabul ettiği bu övgülere göre, Nur risaleleri, şimdiye kadar emsaline rastlanmamış şanı yüce eserlermiş; ilâhimeş’aleye ve Kur’an’ın feyizlerine vârismiş; Kur’an’ın tam ve katışıksız nuru imiş ve önceki evliyaların eserlerinden daha fazla feyizlere sahip imiş. Said Nursî ise daha çocukluk çağında hiç tahsil yapmadan bütün ilimlere, evrenin sırlarına sahip olmuş ve ilâhi hikmete vâris kılınmış; Said Nursî öyle bir ilmî harika imiş ki daha önce onun gibisi hiç geçmemiş; o, yaratılışın bir mucizesi, mutlak bir Allah vergisi imiş; daha bülûğa ermeden bütün ilim dünyasına meydan okumuş; Kur’an ve hadise ait matematiksel işaretler onda son buluyormuş ve o peygamberlik zincirinin son nurlu meyvesi imiş.
Akademik unvanlar taşıyan birçok kişinin bildiri okuduğu, bakanların, valilerin ve Diyanet İşleri Başkanı’nın katıldığı sempozyuma isim ve konu olan Bediüzzaman ve Nur risalelerinin mütevazı özellikleri kendi değerlendirmeleriyle yukarıda görülmektedir. Doğrusu devlet ve bilim adamlarının ne kadar ilgisine mazhar olsa haktır. Böyle yüce bir zat ve eserleri varken ülkemizin ilmî seviyesine hiçbir ülkenin ulaşamayacağı aşikârdır.