Bugün sahifemde Siyaset Bilimi yüksek lisansı yapan ve kendisiyle sürekli olarak Türkiye ve dünya meselelerini istişare ettiğimiz, isminin zikredilmesini istemeyecek kadar da mütevazı genç bir ülküdaşımızın, kardeşimizin -inşallah ilerde ilim ve fikir adamı olacak- görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha doğrusu sahifemde bu kardeşimi misafir etmek istiyorum.
“Türkiye’nin, içinde bulunduğu siyasi, iktisadi koşullar ve hukuk devleti mekanizmasının gereği gibi işletilememesi sebebiyle bir dar boğazda olduğu birçoklarının malumu. Dar boğaz çıkarımı, çoğunluk tarafından kabul görmekle birlikte, bu sonuca sebebiyet teşkil eden amillerin neler olduğu ise bir siyasal çekişme konusudur. Kimileri rasyonel akıl yürütme biçimleri ile bu sorunların kaynağını mevcut düzende ararken, kimileri ise aşkın güçleri, komplo teorilerini çözümlemelerine dahil edip coşkun bir lafazanlıkla partizanlığın ilkel bir biçimine bel bağlamaktadır. Burada bizim üstünde durmaya çalıştığımız şey ise, bu siyasal yarılmada bir tarafta mevzilenmek yerine, zihinsel dünyamızdaki erozyona dikkat çekmektir.
Siyaset felsefesinde başlangıçtan bugüne cevap aranan temel soru “iyi hayat nedir” sorusudur. Siyaset ise bu yolda bir vasıta olarak, kurumsal yapıların ürettiği siyasalar (policy) ile bu soruya cevap arar. Bu noktadan baktığımızda ülkemizin sorunları için bir öncelik-sonralık değerlendirmesi yapıldığında kanımızca ilk beşe giremeyecek mesele olan bedelli askerlik, uzunca bir süre gündemi işgal ettikten sonra, seçimlerin ardından ilk iş ve sanki en ivedilikli meseleymiş gibi, siyasal yelpazenin farklı yerlerinde konumlandıklarını iddia eden partilerin mutabakatı ile yasalaşmıştır.
Öncelikle ve gönül ferahlığıyla bildirmek gerekir ki kişilerin bireysel tercihlerini yargılamak ve mahkûm etmek gibi bir gayemiz mevcut değildir. Evli, özel sektör çalışanı, eğitim için yurtdışında olan, çocuklu vb. geçlerimiz için hayat meşgalesi içinde bu kanuna sığınmak bir zaruret olarak görülebilir. İkinci olarak yine birtakım gençler bağlı bulundukları siyasal ideoloji, hayat görüşü veya ırki taassup ile askerliği bir angarya, eziyet olarak görüyor olabilirler. Bu tavır sahipleri de bizim değerlendirmemizin konusu değildir.
Biz daha derindeki birkaç noktaya temas etmek istiyoruz. Öncelikle milliyetçilik ve yurttaş ordusu arasındaki münasebeti ortaya koymak gerekiyor. Yukarda bahsettiğim gençlerin aksine Türkiye’de kendine Türk Milliyetçisi diyen ciddi bir gençlik kitlesi mevcut. Bu gençler şayet bir milliyetçi ideoloji çizgisini takip ediyorlarsa bahsettiğimiz münasebetten haberdar olmaları gerekir. Yurttaş ordusu, milli devletin olmazsa olmazıdır. Ulus devletlerin kuruluş döneminde ilk iş olarak prenslerin, monarkların, soyluların ordu üzerindeki tekelleri ile mücadele edilmiştir. Onların ordu üzerindeki imtiyazları kırıldıkça ordu halkın, yani yurttaşın kendi ordusu haline gelmiştir. Bu her yerde böyle midir? Mücadele değişik biçimler almakla birlikte ulus devlete giden süreçte merkezi orduların kurulması ve mevcut ordunun ıslahı, geçilmesi gereken zorunlu bir eşik olarak var olmuştur. Bu bizim tarihimizde, artık işlevsiz hale gelen merkezi ordu görünümündeki yeniçeri ordusunun ilgası ile mümkün olmuş ve uzun çabalar ile kurulan milli ordu Çanakkale’de, Kut-ül Amare’de, Gazze Savaşları’nda kazandığı zaferlerin ardından İstiklal Harbi’ni kazanarak Türkiye Devleti’ni bizlere miras bırakmıştır.
Bu anlamıyla yurttaş ordusu, yani imtiyazsız, bedelsiz bütün yurttaşların silah altında eşitliğini sağlayan ve bu nispette zümrelerin, prenslerin, soyluların devlet üzerindeki vesayetini ortadan kaldıran yapıdır. Yurttaş ordusu, hürriyete giden yolda, ideale dönük bir uhuvvet kaynağı olmakla, müsavatı, kanun önünde müsavat derecesinden, bir gerçeklik olarak müsavata dönüştüren yapıdır.
Saydığımız özellikleriyle yurttaş ordusu, milli devlete ve oradan sivil bir milliyetçiliğe giden yolda olmazsa olmaz bir öneme sahiptir. Bunun yanında ordu, Türk modernleşmesine kaynaklık eden temel kurumdur. Bu yönüyle toplumsal barış ve adaleti sağlayarak, bireylerin hürriyetini milli devlette tesis eden milliyetçi düşüncenin, modernleşme hamlesindeki yeri ile yurttaşlık kurumu ve yurttaş ordusu arasında temel bir ilişki vardır.
İkinci olarak Türk Milliyetçiliği siyasal mücadelesine başladığı günden 90’lı yıllara kadar bir Sovyet fiili tehdidi de var olmuştur. Bu tehdit, sınıf düşüncesini, Türk Milliyetçiliği için bir tabu haline getirmiştir. Öyle ki bu yazımız içerisinde yurttaş ordusu, ulus devlet gibi kategoriler geçtiği için milliyetçiliği çok modernist ifadeler ile değerlendirdiğimiz iddiasında bulunacak insanlar bile, eşitlik düşüncesinden o kadar uzaklaşmışlardır ki artık liberalizasyonun son haddinde ne kadar organik milliyetçilik mümkün ise o kadar organik bir milliyetçilikle hemhâldirler.
Bu sınıf tabusu, ülkemizde profesyonel ordu diye yutturulan zokanın ne olduğu gerçeğini görmemizi engellemektedir. Zaten içine doğduğu koşullar dolayısıyla eğitim alması mümkün olmayan alt sınıftan gençlerin, 12 ay askerliğin ardından, işsizlik ve çaresizlikten dolayı tezkere bırakmasıyla ortaya çıkan garabetin adı profesyonel askerlik değil olsa olsa modern bir sömürü düzeni olabilir. Bu sömürüye kaynaklık eden şey ise mevcut sınıf yapısı, mevcut bölüşüm ilişkileridir. Milliyetçi düşünce topyekûn bir kalkınmayı, bir toplumsal kalkınmayı kendisine ideal edinmiştir. İnsan yiyen kapitalizmin gövdesi ezilinceye dek de bu talan düzeni ile mücadele edecektir. Ancak bu tabu düşüncesinin içinde Türk Milliyetçisi gençler milliyetçilik şehirleştikçe lümpen proleterlikten oportünist küçük burjuvalığa doğru evirilmekte ve sınıfsal mücadelenin temeline de bu sözde sınıfsal ayrıcalığı yerleşik hale getirmeyi koymaktadır. Bu bilinçli bir tavrın doğal sonucu olmasa da milliyetçiliği temsil iddiasındaki mevcut partilerin ittifaklarının ve siyasetinin, bürokrasiden yer kapmakla belirginleşen tavrının doğal sonucu olarak ayan beyan ortada durmaktadır.
Bu söylenenlere karşı milliyetçi gençlerin, ordunun insana kıymet vermeyen yapısını ortaya koyup, “millete bu yapı içerisinde nasıl hizmet edebiliriz ki?” karşı çıkışını duyar gibiyim. Öncelikle bahse konu gençlik çoğunlukla hizmet sektöründe istihdam arayışındadır. İddialarının aksine ekonomiye katma değer sağlayarak milleti kalkındırma noktasında bir mavi yakalı fabrika işçisinden daha faydalı değildirler. Ancak bizim yazımızın konusu da esasen bu değildir. Ordunun mevcut yapısının ıslahı da ayrı bir tartışma konusudur. Burada bahse konu olan hâkim neoliberal paradigmaların Türk Milliyetçiliği ideolojisini nasıl dönüştürüp, milliyetçileri marksiyen manada kendine yabancılaştırdığıdır.
Kaygımız, yeni bir toplumsal hegemonik (Gramsci’nin tarif ettiği manada) dilin Türk Milliyetçileri tarafından inşasının zaruretidir. Bu manada bu yazı gençleri orduya çağıran bir manifesto değil bedelli askerliği milliyetçiliğin mütemmim cüzü olarak gören şizofreniye karşı bir çağrıdır. Bu çağrı, sıvasız şehit evi fotoğraflarını, konforlu sosyal medya hesaplarında paylaşmadan önce, 82 Musul 83 Kerkük goygoyu ile sınır ötesi operasyonların çığırtkanlığını yapmadan önce, kaybolan siyasal ahlak ve ideolojik tutarlığı yeniden göz önüne alıp, bir bütün olarak yurttaşlar için “iyi hayat nedir?” sorusuna adam akıllı yeni bir cevap aramanın çağrısıdır.”