Neticede bizden 6 şehit, 15 yaralı olup, bunun üzerine tasavvur ettikleri melanete başlayıp hemen zırhlılarını rıhtıma yanaştırarak Beyoğlu cihetini ve Tophane’yi, sonra bir taraftan da Harbiye Nezareti’ni işgal etmişler." "Hatta şimdi ne Tophane ne de Harbiye Telgrafhanesi’ni bulmak kabil oluyor. Şimdi de haber aldığıma göre, Derince’ye kadar işgal genişliyormuş efendim." "İşte Beyoğlu Telgrafhanesi yok, orasını da işgal ettiler galiba. Allah korusun. Burasını da (İstanbul Postanesi) işgal etmesinler. İşte Beyoğlu telgraf müdürleri, memurları geldiler. Onları kovmuşlar. Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım efendim." Mustafa Kemal de, hattın kesilmesinden endişe ederek Manastırlı Hamdi Bey’e şu talimatı verdi: "Hamdi oğlum, benim imzamı kullanarak Edirne’ye Cafer Tayyar Bey’e, Bandırma Kolordu Komutanı Yusuf İzzettin Paşa’ya, İzmir Kumandanlığı’na vaziyeti haber ver. Sonra da durumu bana bildir..." Kısa bir süre sonra Manastırlı Hamdi Bey, emrin yerine getirildiğini bildiriyordu ki, hat kesildi ve bir daha da haber alınamadı... Ne olmuştu? Büyük Postane de işgal mi edilmişti? Ya Manastırlı Hamdi Bey; o da görev başında, Mustafa Kemal’in emrini yerine getirirken mi yakalanmıştı? İngilizler, milletvekillerinden kimseyi tutuklamış mıydı? Mustafa Kemal, bu soruların cevabını daha sonra alacak, İngilizlerin kentte Kuvayı Milliye taraftarlarını topladığını, ayrıca Meclisi Mebusan’a giderek Kara Vasıf ve Rauf (Orbay) beyleri tutuklandığını öğrenecekti. Ama Manastırlı Hamdi Bey’den hiçbir haber yoktu... Paşa ile maiyeti, bu durumu postanenin işgal edilmiş olmasına bağladılar; ama işin aslı öyle değildi. Manastırlı Hamdi Bey, Mustafa Kemal’in talimatlarını yerine getirmek için önündeki kağıtlara yazmış, bu sırada nöbeti devredeceği arkadaşı da yanına gelmişti. Bu kişi Padişah yanlısı, arkadaşları arasında sevilmeyen bir insandı. Nitekim masaya bir göz atıp Mustafa Kemal’in adını görünce, hemen ortadan kaybolmuştu... Manastırlı Hamdi Bey de yaptığı hatanın farkına varmıştı. Bu kağıtların amirinin eline geçmesi, kendisi için bir idam hükmü demekti. Bir an bile tereddüt etmeden kağıtları yırtıp yemeye başladı. Birkaç dakika sonra kapı açıldı, içeri nöbeti devredeceği kişiyle birlikte tanımadığı bir şahıs girdi. Manastırlı Hamdi Bey’e adını, görevini sorduktan sonra kendini tanıtarak ’Umum Müdür’olduğunu söyledi ve "Mustafa Kemal’in telgrafını ver..." diye bağırdı. Manastırlı Hamdi Bey ise, soğukkanlılığını koruyarak böyle bir telgraf olmadığını söyledi. Umum Müdür ve ihbarcı masanın üstünü alt üst ettiler, çekmecelere baktılar, hiçbir şey yoktu. Manastırlı Hamdi Bey’i suçlayacak ne bir delil vardı, ne de bir iz... Buna rağmen birkaç dakika sonra Manastırlı Hamdi Bey’e görevine son verildiği tebliğ edildi. Hiç beklemediği anda işsiz kalan, ancak canını kurtardığı için buna da şükreden Manastırlı Hamdi Bey, kesin kararını vermişti: İstanbul’da yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Ankara’ya gidecek, Mustafa Kemal’in emrine girecek, gerekirse bu vatan için canını verecekti.
(Devam edecek)