BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK (18 Aralık 2013)

BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK (18 Aralık 2013)

BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK

Bugünün evlatlarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız

İstanbul’dan Bursa’ya giden 517 muallime ve muallim, 27 Teşrinievvel (27 Ekim 1922) akşamı Sedbaşı’nda Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmişlerdir. Başkumandan, İstanbul muallime ve muallimlerine hitaben aşağıdaki nutku irat etmiştir: (İkdam gazetesi haberinin girişini bu şekilde vermiş.)
Hanımlar, Beyler!
İstanbul’dan geliyorsunuz. Sefa geldiniz. İstanbul’un nur ocaklarını temsil eden yüksek heyetiniz karşısında duyduğum zevk sonsuzdur. Kalplerinizdeki hissiyatı, dimağlarınızdaki fikirleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak, benim için fevkalade mazhariyet sebebidir. Bu dakika karşınızda duyduğum en samimi hissi, müsaadenizle söyleyeyim: İsterdim ki, aranızda bulunayım, çocuk olayım, genç olayım ve sizin nur saçan eğitim dairenizde bulunayım. Sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz. O zaman zannediyorum ki, milletim için, daha faydalı, çok faydalı olurdum; fakat maalesef elde edilemez bir arzu karşısında bulunuyoruz. Dolayısıyla kendi şahsım hesabına yerine getirilemeyecek olan bu arzunun yerine başka bir talepte bulunacağım; bugünün evlatlarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız... Bunu sizden talep ve rica ediyorum.
Muallim Hanımlar ve
Muallim Beyler!
İhtimal ki, muallime demediğim için beni hatalı buluyorsunuz. Lakin bunu düzeltmek istemiyorum. Ben lisanımızda "tâi te’nis" (Tâi te’nis; Bir kısım müennes (dişil) sözcüklerin sonundaki "t" harfi.) kullanmak zaruretinde olmadığımızı zannediyorum. Bunun için muallim hanımlar ve beyler diyorum. Evet! Mual-lim hanımlar ve muallim beyler bilirsiniz ki, milletimiz büyük bir felaket geçirdi. Devletimiz bir yok olma tehlikesine maruz kaldı.
Memleket ricali için ehemmiyetli olması lazım gelen bu büyük felaket, kendinden başka bir şey düşünmeyenler için ehemmiyetsiz sayıldı. Mevcudiyetimiz aleyhine birçok cinayetler işlendi. Çok çalıştık, bugüne ait muvaffakiyeti elde ettik.
Hanımlar, Beyler!
Bir milleti, uğradığı herhangi bir felaketten kurtarmakta, bir milleti uyarmakta, ricalinin sahip olduğu büyük ehemmiyet inkâr edilemez. Hatta diyebiliriz ki, bugünü görmek; millet ricalinin iffet ve namusu, milli ve vatanperverane gayreti ve bilhassa menfaatlan hor görme hisleri sayesinde kolay olmuştur.
Fakat bugün, ulaştığımız nokta, hakiki kurtuluş noktası değildir. Artık tamamen kurtulmuş olarak milletimizi tamamen emniyet içinde görüyoruz demek bir gaflettir.
Hayır, hakiki kurtuluşa henüz mazhar olamadık. Bu noktadaki fikrimi biraz izah edeyim: Bir milletin felakete maruz olması demek, o milletin hasta, marazlı olması demektir... Dolayısıyla hakiki kurtuluş, toplumdaki marazı teşrih ve tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa ilmin ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir vakit hiçbir marazı tedavi edemeyeceği malumdur. Bilakis maraz müzmin olur ve tedavi edilemez bir hale gelir. (Devam edecek)