Savaşa ancak gerçek millî davalar için ve başka yol kalmadığı zaman başvurulur
Başarılı, bazan da başarısız öğretmenlerimizin özelliklerini de daha iyi tanımış oluruz. Nitekim, O, bazı derslerde öğretmenleri beğenmiş, bazılarında beğenmemiştir. Onun bu değerlendirmeleri acaba nasıldır? Bunun da üzerinde durulmalıdır.
Yapılması gerektiğini ifade ettiğim bu orijinal derleme ve yayın çalışmalarının bize çok şeyler öğreteceğini iki örnekle göstermek istiyorum:
Atatürk Kayseri Lisesinde, Abdullah Efendi adında bir Fizik öğretmeninin dersine girmiştir. Öğretmen, sanki sınıfta Atatürk ve arkadaşları yokmuş gibi, son derece tabiî şekilde dersine devam eder. Bir ara Atatürk, kara tahtanın önünde durunca, öğretmen, "Paşam biraz çekilin, çocuklar tahtayı göremiyorlar" der. Atatürk büyük bir hayranlık, arkadaşları büyük bir şaşkınlık içindedirler... Zil çalıncaya kadar Abdullah Efendi dersine devam eder. Demek ki, o, dersinde dersten başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir öğretmendi. Dershaneyi bir mabet, dersi bir ibadet gibi gören öğretmen! İşte Atatürk, öğretmen Abdullah Efendiye bunun için hayran kalmıştı.
Atatürk, 1933’de Balıkesir Lisesinde Tarih öğretmeni Kâmil Su’nun dersine girmiştir. Merhum Su, bu değerli anısını yayınlamıştır. Kendisinden de dinlemiştim. Dersten sonra müdürün odasında Atatürk öğretmenlere, destan kahramanı Oğuz Han’a tekabül eden Türk hükümdarı Mete ile ilgili bir olayı anlatır. Çin kaynaklarında yer alan bu olay özetle şöyledir:
Mete, babasının yerine geçince, komşu devlet reislerinden biri elçi göndererek ondan çok sevdiği ve çok hızlı koşan atını ister. Mete’nin kurultayı toplanır; üyeler bu onur kinci isteğin reddedilmesini, gerekirse savaşılmasını önerirler. Fakat Mete, "nasıl olur da bir atı komşu bir devletten daha değerli tutabiliriz" diyerek atını verir.
Bir süre sonra elçi yine gelir ve Mete’nin kansını ister. Yine derhal savaşmayı öneren Kurultay üyelerine Mete, "nasıl olur da bir kadını komşu devletten üstün tutabilirim" diyerek karısını da verir.
Mete’nin korktuğunu ve kendisinin her istediğini ele geçireceğini sanan komşu hükümdar bu kez sınırda kimsenin oturmadığı çorak bir araziyi ister. Kurultay üyeleri, at ve hatun gittikten sonra, küçük, önemsiz, yararsız bir parça toprağın verilmesinde sakınca görmezler. Ama Mete bu kez de onlar gibi düşünmez. "Toprak devletin temeli, milletin malıdır" diyerek, Kurultay üyelerinin başını kestirir ve komşu devletle savaşır, büyük bir zafer kazanır...
Kâmil Su, "Atatürk bu olayı öylesine tatlı, çekici bir ifade ile anlatmıştı ki, hepimiz O’nu büyük bir hayranlıkla dinlemiştik" der.
Bu olayda Mete’nin tutumundan çıkarılması gereken esas sonuç, kanımızca, bu büyük Türk hükümdarının devlet yönetiminde son derece akılcı davrandığı, savaştan ve kan dökülmesinden mümkün olduğu ölçüde kaçındığı, savaşa ancak gerçek millî davalar için ve başka yol kalmadığı zaman başvurduğudur. Atatürk de devlet yönetiminde aynı anlayışa sahipti ve O’nun bu olayı öğretmenlere anlatmasının anlamı büyüktür. (Devam edecek)