İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, yolunu sapıtmadır
Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere seslenirken şöyle demiştir: "Milletimizin siyasî, içtimaî hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır (...) İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin her ferdinin kafasına koyacağız- ilim ve fen için kayıt ve şart yoktur. "
Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlere bu konuda seslenişi şöyledir:
"Dünyada herşey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakikî yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, dalâlettir (yolunu sapıtmadır)."
Temmuz 1927’de İstanbul’da öğretmenlere seslenişinde aynı konuyu işler:
"Eski hocalar nasıl dinî esastan hâkim olmuşlarsa, öğretmenler de ilim esasından kazanmaya başladıkları hâkimiyeti sonuca ulaştırmalıdırlar. "
Son olarak, 29 Ekim 1933’teki Onuncu Yıl Söylevi’ne değinelim:
"Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet ilimdir.
4. Eğitim işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir.
Osmanlıların duraklama ve gerileme dönemlerinde, Türk gençlerinin en çok rağbet ettikleri meslek din görevliliği ve memuriyet’tir. Tanzimat’ın eğitimde yenileşme hareketleri içinde de memuriyet ve kâtiplik daha da arzulanan bir meslek haline getirilmiştir. Gerileme ve çökmeye yüz tutma karşısında yöneticiler, aydınlar, toplum silkinip ciddî kurtuluş çareleri arayıp uygulayacakları yerde, aksine gerilemenin önemli sebeplerinden olan memuriyete aşırı önem verme anlayışını sürdürmüşlerdir.
Bir dilekçe sonunda "saygılarımla" diyebilmek için yüz çeşit anlamsız ifade biçimleriyle Türk gençleri meşgul edilmiş, konu zorlaştırıldıkça önemli gibi görülmüştür. Öyle ki, gereksiz ifade ve kalıp formülleri öğreten kitaplar Gülbahçesi adıyla öğrencilerimizin önüne sürülmüştür: "Gülşen-i Muharrerat" yani yazışmaların gül bahçesi...
Bütün bunlardan sonra Osmanlı Türklerinin neden memuriyete koşuştuklarına, ticaret, sanayi ve iş dünyasının Rum, Ermeni ve yabancıların elinde kaldığına şaşılır mı?
Eğitimimizin memur yetiştirdiğini, işe yaramaz, yüzeysel bilgilerle öğrencilerin kafasını doldurduğunu ilk gözleyip dile getirenlerden biri Ali Suavî’dir. O, 1867’de şöyle yazmıştır:
"Eğitim nedir, ne içindir, bunları halkın çoğu bilmiyor. Bunlar anlatılmadıkça, eğitimin zararından başka sonucu olmaz. Biz eğitimi, yüzeysel olarak, cümle ve kalıplar, çekişme ve tartışma formülleri ezberlemek sanıyoruz... Şimdi İstanbul öyle bir hale gelmiş ki, anasından doğan çocuk Devletin hazinesine ağız açıyor ve hiç kimse çocuğunun hakkında Devlet memuriyetinden başka bir düşünce taşımıyor. " (Devam edecek)