Baskılanan özgürlükler ve adalet
AKP'li bir grup Hürriyet gazetesinin camının çerçevesi indirir. Bu saldırıda başrolü oynayan bir AKP milletvekilidir. Kendisi de seçim sonuçlarına göre milletvekili olan bu vekil Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı kast ederek "seçim sonuçları ne olursa olsun... seni Başkan yapacağız" diyerek demokrasiye meydan okuyan bir konuşma yapar. Daha sonra da aynı milletvekili Hürriyet gazetesi yazarlarıyla ilgili olarak, "hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş" der.
AKP'nin Pravda'sı sayılabilecek bir başka gazetenin yazarı da "İstesek sinek gibi ezeriz, merhamet ettik de hayattasın" diye yazar. Bir sonraki yazısında köşe yazarlarından birisi için aynen şu cümleleri kullanır: "Basın hayatı bitmelidir, bitmek zorundadır ve bitecektir."
Bu sözler, ancak Stalin'in KGB şefi olan Beria'nın ağzından çıkabilecek sözlerdir. Doğrusu suç olan bu söylemler demokratik bir ülkede söylenecek türden değildir. Bu sözlerin gerçekleşmesi bir yana söylenebilmiş ya da yazılabilmiş olması bile Türkiye'deki demokratik (!) kültürsüzlüğün ve tahammülsüzlüğün ulaştığı aşamayı gösterir.
Yine AKP'nin yarı resmi yayın organı niteliğindeki "Güneş" adlı gazete ise Doğan Medya Grubu'nun yayınlarında yer alan bazı haberleri çarpıtarak "Al sana belge" manşetini atar. Bu gazete, Doğan Medya Grubu'nu "teröre açıkça destek veriyor, haberlerle kaos çıkarıyor" diye suçlar. Bunun üzerine Savcılık haberi ihbar kabul edip bu yayın grubu hakkında terör soruşturması başlatır!
Nokta Dergisi'ne de kapağındaki fotoğraf nedeniyle "terör örgütü propagandası" ve "cumhurbaşkanına hakaret" suçlamasıyla soruşturma açılır ve dergi toplatılır.
Devamında da Koza Grubu'na yönelik olarak 'Fethullahçı terör örgütünün kasası olduğu ve bu amaçla 7,5 milyar doları yurt dışına kaçırdığı' iddiasıyla baskın düzenlenir, tutuklamalar gerçekleştirilir.
Ardından bünyesinde 14 bin kişinin çalıştığı Kayseri'deki Boydak Grubu'na karşı da arsa, arazi, istimlak ya da gasp iddiasıyla operasyon yapılır ve yönetim kurulu başkanı tutuklanır.
Bir zamanlar Bülent Arınç'ın görüşmek için kapısında beklediği, Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'ye dönmesi için duygusal davetler yaptığı Fethullah Gülen ile tanışıklığı olan her iş adamını "paralel" ya da "FETÖ" mensubu olarak ilan etmek toptancılıktır. Hukuk, toptancılık kaldırmaz!
Hatırlayınız aynı kafa bir zamanlar da toplantıya katılan her subayı "Ergenekon Terör Örgütü" mensubu olarak ilan etmişti.
Eskiden darbecilerin doldurulduğu torba vardı şimdi de paralelcilerin doldurulduğu torba var.
17/25 Aralık sonrası gitti darbeci torbası, geldi paralelci torbası. Dünün muktedirleri karşılarında gördüğü herkesi 'darbeci' ilan edip torbaya dolduruyordu. Şimdi tam tersi oluyor. Bugünün muktedirleri de karşılarındaki herkesi 'paralelci' ilan edip torbaya dolduruyor.
Elbette devlete karşı paralel devlet yapısı oluşturanlar, devletin derinliklerinde karanlık güçlerle karanlık ilişkiler içine girenlerle ilgili olarak ne yapılması gerekiyorsa o yapılacaktır.
Terör örgütü övgüsü, propagandası ya da savunuculuğunu yapanlar hakkında da hukuken yapılması gereken ne varsa o yapılmalıdır. Ancak her yayını terör örgütünün propagandası yapmak ya da teröre destek olarak yorumlamanın ya da suçlamanın kendisi bizzat terördür ve terör örgütüne hizmet etmektir.
Hukuk bir anlamda matematik, kesinlik içerir ve toptancılık kaldırmaz. Hukuk muktedirler nasıl "yorum" yapıyorsa o değildir. Hukuk eğer muktedirin yorumundan ibaret ise o zaman hukuk yoktur "izafiyet" (herkese görelik) var demektir.
Dün adaleti yoruma indirgeyerek toptancılık yapanlar, adalet kantarının ayarını bozdular. 'Adalette ayarı bozulan kantar, gün gelir onu bozanları tartar.' Dün adalet kantarını bozanlar, kendi bozdukları adalet kantarıyla tartıldılar ve bu yüzden sırra kadem bastılar. Bugünküleri de aynı akıbet bekliyor. Bizden uyarması..!