Türkiye''de bir yandan seçim tartışmaları devam ederken diğer yandan Nurcular da kime oy vereceklerini tartışıyor. Nurcuların yayın organı Yeni Asya gazetesi yazarı Şükrü Bulut, Millet İttifakı''na oy istediği bugünkü yazısında, "Demokrasi İttifakına" oy istemenin CHP''ye oy istemek olmadığını belirten Bulut, "Bediüzzaman’ın demokrasi uğruna kimlerle ittifak ettiğini elbette bilmiyorlar" ifadelerini kullandı.
Günümüz Türkiye''sinin demokrasi durumunun, 1946 sonrasına benzediğini ileri süren Bulut, demokrasiyi engelleme görevinin 12 Eylül''ün ardından AKP''ye verildiğini söyleyerek, "Ve eski CHP ise demokrasi yolunda; düne kadar karşıt olduğu siyasi düşüncelere bünyesinde yer veriyor. Demokrasinin ancak “Milli Birlik ve Beraberlik ile” gerçekleşeceğini hissettiğinden, çatışma üslubundan uzak duruyor. İşte bu kavşakta, demokratların ve bilhassa dindarların zihnini karıştıran bir durum var. Geçmişteki CHP’ nin resimlerini günümüze dağıtarak istibdadını devam ettirmek isteyen AKP ve onun arkasındaki neocon-neoliberal ittifaka mı destek olacağız, yoksa zayıf ve imkânları kısıtlı da olsa Millet ittifakına mı?’" ifadelerini kullandı.
"BEDDİÜZZAMAN''I BİLMİYORLAR"
Yeni Asya yazarı Şükrü Bulut''un, "Yeni Asya Millet İttifakı’nı destekliyor" başlıklı yazısı şöyle:
Yazı başlığımıza bakıp, “malûmu i’lâm” diyerek omuz silkeleyeceklere eyvallah…
"Bir önceki yazımızda; Bediüzzaman’ın demokrasi tanımlarını ve mücahedesini bilmeyenlerin, Yeni Asya Gazetesinde yayınlanan siyaset mülahazalarını anlamada zorluk çekeceklerini söylemiştik. Yani doğru demokrasilerin çerçevelerini ve paradigmalarını okumayanlara “ aktüel siyasete” bakışımızı nasıl izah edeceğiz ki…
Geçmişte ( bilhassa yalnız başına ülkeyi yönettiği zamanlarda) millete yaptığı zulümler, baskılar, din ve vicdan hürriyetlerinin ihlâli, inkılapların hataları ve mukaddesata yapılan yanlışları işlemiş bir partinin de içerisinde bulunduğu “ Demokrasi İttifakını” dışardan desteklememizi, Halk Partisine rey vermek olarak propaganda edenler, Bediüzzaman’ın demokrasi uğruna kimlerle ittifak ettiğini elbette bilmiyorlar.
Günümüzde bazı milliyetçi/muhafazakâr çevrelerde; ismi tezyif manasını tedai ettiren İttihad-Terakki partisiyle hareket eden Said Nursi’yi tanımadıkları kadar, Osmanlı’ya Meşrutiyeti getiren bu partiyi de maalesef tanımıyorlar. Bazen mahalle baskısından olacak ki, Bediüzzaman’a gönül veren bir kısım Müslümanlar, ‘Onun eserlerinde açıkça destek ve beraberliğini ifadesine rağmen, zinhar İttihat Terakkiye yakıştırmıyorlar. Münazarat isimli eserinde; “Demek, hürriyete ve meşrutiyete hizmetleri sebkat eden veyahut kabul eyleyenleri Jön Türk tesmiye ediyorsunuz…… Onların ukde-i hayatiyelerini( hayat düğümlerini) teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihad ve Terakkidir. Ve sizin şu aşâiriniz (aşiretleriniz) kadar ulema ve meşâyih, Jön Türkler meyanında (arasında) mevcuttur. Vakıa onlarda birtakım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur. Yüzde doksanı sizin gibi mu’tekid müslimlerdir.”( Münazarat,s.51)diyorlar. Yani meşrutiyet veya demokrasiyi getiren parti… Yalnızca demokrasi maksadıyla bir araya gelmiş Millet ittifakının mahiyet ve hedefini anlayamayanların bir problemi; demokrasiyi şeriata göre düşünememeleri olmalı. Sevdikleri veya emniyet ettikleri yöneticiye taraftar olmayı demokrasi için yeterli zannediyorlar. Kamuoyunu, demokrasinin ön şartlarını, müesseselerini, usulünü ve en önemlisi yargı bağımsızlığını önemsemiyorlar gibi…
Bütün anlaşılamadan, parçanın doğru anlaşılamayacağını çoğu kez unutuyoruz. Hem demokrasinin bizzat kendisini, hem tarihimiz içindeki bütünlüğünü ve hem de aktüel dünya demokrasilerinin ulaştığı noktaları nazarda tutarak; Türkiye’nin demokrasi çıkmazını konuşmamız daha iyi olur. Hürriyet ve demokrasinin ilk gelişlerinde, halkların birlikteliği esastır. Demokrasi yolunda tüm dünya görüşleri ittifak ederler. Ve demokrasi geliştikçe, milletin fıtrat, coğrafya ve mesleki sınıflarına göre siyasi partiler kıvamlarını bulurlar. Demokrasi ile Osmanlı’nın ayağa kalkmasını istemeyen düşmanlarımızın çıkardıkları “ Osmanlı-Rus Harbi” ile başlayan demokrasi müdahalelerini de biliyoruz. Onlar biliyorlardı ki, milletlerin bağımsızlıkları demokrasiye bağlıdır. İşte Avrupa ülkeleri ve işte İsrail… Sonra sebatist-bolşevik karışımı tetikçilerin kullanıldıkları 31 Mart’ta 23 Temuz’a hücum edildi. Türk Milletinin üçüncü demokrasi teşebbüsünü tüm halkımız bilir. 14 Mayıs 1950… Bu mutlu inkılabın global Marksist devrimcilerce 27 Mayıs’ta uğradığı suikastı da biliyoruz. Ayrıca Türk Demokrasisine indirilmiş en zehirli hançerin 12 Eylül ihtilâli olduğunu geçen yazımızda belirtmiştik. Demokrasi tarihimizin çok önemli bu dört teşebbüsünü bilemeden, günümüzü anlamak kolay değil.
Demokrasiler de hayat sahibidirler. Canlı, tıpkı çiçekler ve ağaçlar gibi. Bakım isterler, korunma isterler ve hizmet isterler. İlk akmaya başladıklarında elbette kirli ve bulanık akacaklar, bu hareketler. Zamanla durulur ve hayata kaynak olurlar. 12 Eylül ihtilâli öncesini yaşamış bizim neslimiz, günümüz kamuoyuna müdahale öncesi Türkiye’sini rakamlarla, tasvirlerle ve ana çizgilerle anlatabilseydi, bu meşum ihtilâlin bizi elli sene geriye götürdüğünü, hepimiz gözlerimizle görecektik.
Neocon-Neoliberal ittifakının entrikalarıyla, hapsedilmiş kırk senelik labirentten milletçe kurtulmanın hesabını yaparken; kimileri bizi ölümle, bazıları cehennemle, bazıları istikbal endişesiyle ile korkutmaya çalışıyorlar. Millet İttifakının yoluna çıkan cümle âlemi kötü niyetli kabul edemeyiz. Fakat netice değişmiyor ki… Şu hakikati millet olarak ezberlememiz lazım… 12 Eylül’ün neticesinde millete dikte ettirilen ANAP ve AKP’yi cerrahi müdahale ile de demokrasiye yapıştırsanız, yöneticilerinin lisan-ı hal ve kal ile itiraf ettikleri, gibi mümkün değildir.
"TÜRKİYE 1946 SONRASINA BENZİYOR"
Yeni Asya’nın demokrasi yolundaki bu gayretini tenkit eden bazı dostlarımız, demokrasinin * öznesi olan siyasi partileri din ile, bazıları millet ile ve diğerleri de ideoloji ile özdeşleştiriyorlar. Bediüzzaman’ın; dinin, milliyetçiliğin ve diğer ideolojilerin siyasetteki istismarını, Onun talebelerine gönderdiği mektuplardan oluşan “ Emirdağ Lahikası” eserinden okuyabiliriz. Siyasi iktidarlarla menfaat ilişkisi içinde olanları, zaten demokrasinin dışında kabul ediyoruz. Zira Said Nursi, menfaat üzerine dönen siyaseti canavar olarak niteliyor. Eğer demokrasi, milletin barış içinde kendi kendisini yönetme iradesi ise, o zaman bizimle aynı partide veya ittifakta olmayanları şeytanlaştırmamız, insanlık ve İslâmiyet dışı bir yaklaşımdır.
Günümüz Türkiye’sinin demokrasi öncesi durumunu, 1946 sonrasına benzetebiliriz. Türkiye’nin bütün partilerini barındıran bir Halk Partisi vardı o günlerde... İsteksiz de olsa, dünyanın şartları onu demokrasiye sürüklüyordu. Günümüzde ise, dış müdahalelerle vaziyet değişmiş. Demokrasiyi engelleme vazifesi, 12 Eylülün devamı olan AKP’ ye verilmiş. Ve eski CHP ise demokrasi yolunda; düne kadar karşıt olduğu siyasi düşüncelere bünyesinde yer veriyor. Demokrasinin ancak “Milli Birlik ve Beraberlik ile” gerçekleşeceğini hissettiğinden, çatışma üslubundan uzak duruyor. İşte bu kavşakta, demokratların ve bilhassa dindarların zihnini karıştıran bir durum var. Geçmişteki CHP’ nin resimlerini günümüze dağıtarak istibdadını devam ettirmek isteyen AKP ve onun arkasındaki neocon-neoliberal ittifaka mı destek olacağız, yoksa zayıf ve imkânları kısıtlı da olsa Millet ittifakına mı?’
Şu hakikati de itiraf etmeliyiz. Ülkedeki mevcut olumsuzlukların hepsini AKP ye yüklemeye çalışanlar, yanlış yapmış olurlar. Kırk yıllık süreçte demokrasinin gereği olan duruşlardan mahrumca bu güne gelip, pir ü pak görüntüsü ile hücum edenler zulmetmemeli. AKP’ nin yirmi seneden beri birlikte çalıştıkları kadrolar da bu milletin çocuklarıdır. Onlardaki yüzde onluk hatakârların yüzünden tüm camiayı kötüleyenlerin, milli birlik ve beraberliğe zarar verdiğini ve bunun da MİLLET İTTİFAKININ ilkelerine ters düşeceği kanaatindeyiz."