Başbakan’ın öfkesi ve Cumhurbaşkanlığı
Genellikle marjinaller yapar. Kürsüde konuşmacının sesini bastıracak şekilde slogan atarlar. Fırsat bulurlarsa da slogan sonrasında konuşmacıya yumurta atarlar. Sonra da ya güvenlik güçleri nezaretinde ya da kendilerine destek veren grupla birlikte bağıra/çağıra salonu terk ederler.
Salonlarda genç göstericilerin yaptığı kural dışı müdahale bu defa Başbakan Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. Olan dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyecek bir olaydı. İlk defa bir başbakan konuşmacının, konuşması sırasında sözünü kesiyor, hakaret ediyor ve cumhurbaşkanıyla birlikte salonu terk ediyor.
Olay şöyle gelişiyor: Tayyip Erdoğan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına öfkeleniyor. Salonda ayağa kalkıyor. Hatibin sözünü keserek “Edepsizlik yapıyorsun... Yalan söylüyorsun” vb.. sözler ediyor. Hatta Feyzioğlu’nun konuştuğu kürsüye doğru hamle yapıyor. Cumhurbaşkanı onun kolundan tutuyor ve kendisini sakinleştirmeye çalışıyor, ancak başaramıyor. O, Cumhurbaşkanı’nın kendisini takip etmesini istiyor ve birlikte salonu terk ediyorlar.
Öncelikle Cumhurbaşkanı’nın yanında yapılan böyle bir çıkış her türlü devlet geleneğine aykırıdır. Cumhurbaşkanı’nın da Başbakan’ın arkasına takılıp gitmesinin teamüllerde yeri yoktur. Kısacası Tayyip Erdoğan’ın dizginlenemeyen gazabından protokol kuralları da devlet de nasibini almıştır.
Sorun kim haklı, kim haksız meselesi değildir. Feyzioğlu ne demiş, nasıl demiş, konunun dışına çıkmış ya da konuşma süresini ne kadar uzatmış olması meselesi de değildir. Tayyip Erdoğan’ın öfkesini kontrol edememesi, eleştirilere karşı tahammülsüzlüğü gerçek sorundur. Nitekim Reuters bile bu durumu, “Sert konuşmaları bir özelliği olan Erdoğan için bile sıra dışı bir patlamaydı” şeklinde değerlendirdi.
Başbakan Erdoğan’ın tavrı demokratik hukuk devletinde, devlet adabı ve geleneği olan bir ülkede asla hoş görülemeyecek bir tavırdır. Ortada edepsizlikten ziyade bir tahammülsüzlük vardır.
Başbakan sıfatı taşıyan bir kimsenin bu tür bir hareket yapması düşünülemez. Bu tür bir hareket her şeyden önce makam gereği ve cumhurbaşkanının yanında şık değildir. Bunu yapan başından edep, adap, etik ve estetik adına ne varsa öncelikle bunları yerle yeksan etmiş olur. Bu nedenle “Haklıydı yaptı... Had bildirdi” türünden yaklaşımlar yağcılık ve yıkayıcılıktan ibaret zırvalardır.
Erdoğan’ın tavrı hoşgörü, tolerans, demokratiklik bir yana bir saldırı, hakaret ve hatibe saygısızlık biçiminde şekillenmiştir.
Saray dalkavukları hemen bunu “had bildirme”, “ikinci van minüt”, “ayar vermeye ayar” biçiminde değerlendireceklerdir. Gerçekte ise Erdoğan’ın tavrının nedeni birikmiş bilinç altının bilinç üstüne çıkmasından ibarettir.
Erdoğan bu tavrıyla, Cumhurbaşkanı olmak için gereken nitelikleri taşımadığı gerçeğini de ortaya koymuş bulunmaktadır.
Erdoğan’ın bu tavrı Şeyh Edebali’nin vasiyetini yüzde yüz tersten okuduğunu da ortaya koymaktadır.
Herhalde Şeyh Edebali şöyle dememişti: ‘Başbakansın! Bundan sonra öfke ve bağırmak size; uysallık ve alttan almak halka... Suçlamak size; katlanmak millete... Yanılgı size; hoş görmek insanlara... Kötü söz, şom ağız, haksız yorum size; aldırmamak yönetilenlere... Bundan sonra bölmek size; bütünlemek bize...’
Alim cahil gibi, devlet isyancı gibi davranamaz. Bir söz ne kadar yaralayıcı olursa olsun -ki böyle bir durum da ortada yoktur- devlet adamlarının tahammüllü olmaları esastır. Demokratik değerler, ifade özgürlüğü, tolerans, hoşgörü bir yana devlet adamlığı hiçbir zaman Erdoğan’ın yaptığıyla kabili telif edilemez.
Başbakan Erdoğan, Danıştay töreni sırasında öfkesine yenilmiştir. Erdoğan’a göre “öfke bir hitabet sanatı” olabilir, ancak devlet yönetiminde öfkenin hiç mi hiç yeri yoktur.
Bazen şer olarak görülen de hayır vardır. Erdoğan bu tavrıyla ‘benden Cumhurbaşkanı olmaz’ demiş olmaktadır. Türk halkının bu tavra bakarak oyunun rengini belli etmesi kendisi için hayırlı tercih olacaktır.