Başbakan’ın Fatihleri bu okullardan mı yetişecek?

Başbakan Erdoğan bir açılış töreninde gençlere, “Fatih siz yaşlarında iken İstanbul’u fethetmişti” hatırlatmasında bulunuyor.
Başkent Üniversitesi’nin bir yayını olan Bütün Dünya dergisinde, Suat Türker isimli bir yazarın 60’lı yıllara ait bir hâtırasını hüzünlenerek, içimiz sızlayarak okuduk. Yazıda, yıllar önce Almanya’ya gönderdiğimiz ilk işçi kafilelerini taşıyan bir trenimizde yaşanan hâdise anlatılmış. Tren, tarihî günlerinden birini yaşayan Sirkeci garından, ağır ağır hareket ederken, bayraklar ortaya çıkıyor. İşçilerimizin çoğu, vatan hasretini gidermek için yanlarına Türk Bayrağı almışlar; tren hareket ettiğinde, bayraklarını çıkarıp, vagonlardan kendilerini uğurlamaya gelenlere sallıyorlar. Tren, Bulgaristan’daki yerleşim yerlerinden geçerken, vagonların pencerelerinden bayraklar sallanıyor. Bulgar köylüleri de, bizimkilere el sallayarak karşılık veriyorlar. Trenin durmayacağı küçük istasyonlardan birinden geçilirken, istasyona yavaşlayarak giren tren, istasyon çıkışında birden hızlanınca, bir işçimizin, istasyondakilere sallamakta olduğu bayrak elinden düşüyor ve can havliyle bir bağırtı kopuyor: “Bayrağı düşürdüm. Bayrağı bırakmayalım!” Haber kompartımanlarda, dar koridorlarda telsiz hızıyla yayılıyor. “Nasıl düşürdün?” diye sorgulayanlara, bayrağı düşüren ve çaresizlik içinde yere çömelen genç, ağlamaklı bir sesle “Rüzgâr esti, bayrağın sopası elimden kaydı ve bayrak düştü” diye cevap veriyor!
“Ne olacak şimdi? Bayrağı yaban ellerde mi bırakacaklar!” Laz Nizam, “Arkadaşlar, bu bayrağı bu topraklarda bırakmayalım. Çaput yapıp kıçlarını silerler...” diyor. Ne yapılacağına dair kısa bir tartışma ve çare hemen bulunuyor: Cezası ağır olsa da, imdat kolu çekilip tren durdurulacak! İmdat kolu çekilir; tren, gıcırtılı sesler çıkararak büyük bir sarsıntıyla durur. Bir anda kapılar açılır, her vagonun kapısından onlarca kişi yere atlar ve süratle geriye doğru koşarlar. En önde bayrağı düşüren genç vardır. Bayrak yeniden ellerdedir. Bağırtılar, alkışlar! Kucaklaşanlar, ağlaşanlar vardır. Bulgar polisi durulmaması gereken yerde durulduğu ve trenden inildiği için trene yeniden yol vermez. Uzun pazarlıklardan sonra 350 mark(Almanya’nın o zamanki para birimi) cezaya razı olurlar. Herkes uzatılan şapkaya ceket astarında, çoraplarında sakladıkları marklardan çıkarıp atar. Para toplanır ve yola devam edilir!
Yıllar sonra, o vagondaki 6 kişiden biri olan Kara İbrahim ile
karşılaşır yazar. İbrahim felç geçirmiştir. Yaşı yetmişe yaklaşmıştır. Anılar tekrarlanır ve sıra hiç unutamayacağı bayrak olayına gelir. Kara İbrahim bir süre sustuktan sonra, insanın içine batan şu sözleri söyler: “Biz doğuluyuz. Treni durdurup koşanlar arasında bizimkiler çoğunluktaydı. Türk Bayrağını yabancı bir ülkede, yerlerde paçavra gibi bırakmak istemedik. Hepimiz heyecanla koştuk. Şimdi ise bayrak tartışmaları yapılıyor. Çok üzülüyorum... Çok...”
O günlerden bugünlere nasıl geldik..
Onu da Yılmaz Dikbaş’tan öğrenelim..
“27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi. Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk’tü.
Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti.
Komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı? Çözüme bakınız; O tarihte Ankara’da bulunan Amerikan Büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı.
Daha acısını söyleyeyim;
O tarihten günümüze kadar olan süreçte kurulan Atatürkçü hükümetlerin hiçbirisi, bu anlaşmayı ortadan kaldırmayı düşünmedi.
27 Mayıs 1960 İhtilalini yapanlar, kendilerini ‘devrimci’ olarak niteleyenler, Fulbright Eğitim Komisyonu’nu ortadan kaldırmadılar!
Sekiz kişilik Fulbright Eğitim Komisyonu’nun 4 üyesinin Amerikalı, 4 üyesinin de Türk olması gerekirken, 2012 Komisyonunda sadece 3 Amerikalı bulunmaktadır. Yani dengeler değişmiş midir? Hayır. Komisyonun Türk üyelerinin tamamı Amerika’nın has hizmetkârları olduğundan, üye sayısının 4’e 4 olması gerekirken 3’e 5 olması artık Amerikalılar için hiçbir önem taşımamaktadır. (Yılmaz Dikbaş, Atatürkçüler Yenildi, Enki Yayınları.)”
İsmail Şefik Aydın hatırlatıyor:
1975 yılında, Amerikan Yardım Teşkilatı’nın (AID) Türkiye’ye yolladığı bir uzman olan Dr. Richard Podol, Washington’a gönderdiği, kendi adıyla anılan ‘Podol’ raporunda şunları yazacaktır:
“Yirmi yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunan yardım programı meyvelerini vermeye başlamıştır. Amerikan değerlerini benimsemiş Türk yönetici yetiştirme işi başarıya ulaşmıştır... Önemli merkezlerde, Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı Bakanlık ya da bir iktisadî devlet teşekkülü hemen hemen kalmamıştır!”
Bu eğitim sistemi ile ancak Fatih’ler değil, BOP Eş Başkanları, Haçlı taşeronları yetişir.

Yazarın Diğer Yazıları