Başbakan yargıya neden başvurmuyor?
Bu aslında tam bir dâvâ konusudur ama ne hikmetse dâvâ açılmıyor... Hadi ‘mağdur’un kendisine özel gerekçeleri var, basında çıkan haberlerin savcılığı harekete geçirmesi lâzımken, şu ana kadar ses çıkmaması ilginç değil mi?
Medyanın sosyal-antisosyal fark etmez her türlüsünde, sokakta, Meclis’te kendisine yönelik ağır eleştirileri veya hakaretleri derhal savcılığa intikal ettiren Başbakan Erdoğan’ın sesi olduğu iddia edilen kasetlerle ilgili aynı yönteme henüz başvurmamış olması kafaları kurcalıyor... Dâvâ açılsa konu bilirkişiye aktarılacak, teknik incelemeler yapılacak, böylelikle kasetlerde montaj olup olmadığı, sesin Tayyip Erdoğan’a mı yoksa başkasına mı ait olduğu ortaya çıkacak...
‘Hislenme’ yoluyla tespitte bulunan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı dışında teknik anlamda Başbakan’a hak veren çıkmadı şimdiye kadar... Türkiye’nin önemli ses uzmanlarından olduğu söylenen kişilerin “Kesinlikle montaj değil” şeklinde açıklamaları gazete manşetlerine taşınırken, o ses kayıtları Meclis’te muhalefet sözcüleri tarafından kürsülerden dinletildi... Bildiğimiz Başbakan Erdoğan’ın hiç vakit geçirmeden bunlara ‘hakaret ve iftira’ dâvâsı açması gerekirdi... O bunu yapmak yerine “Halk sandıkta hesap soracak” derdinde... Sanki sandığın içinde seslerin taklit mi, montaj mı olduğunu tespite yarayan mekanizma var!..
Ülkedeki muhalefetin bu ‘gedik’ten yüklenmesi gerekirdi... Israrla Başbakanı bu alana sıkıştırarak ‘soruşturma’dan neden çekinildiği, başka bir konu olduğunda ‘sonuna kadar gidilsin’ iradesine bu alanda neden başvurulmadığı gerçeği gündemde tutulmalıydı... Aslında hâlâ geç kalınmış değil... Söz konusu tapelerde adı geçen, gerçekten mağdur edildikleri ortaya çıkan kişi ve kurumlar, iddiaya göre haksız yere ihaleleri iptal edilenler, kendilerine hakaret savrulanlar, mezhebinden dolayı ayrımcılık yapılanlar, yargıya baskı yoluyla haklarında mahkûmiyet istenenler, cesaret edip, bu kasetleri mutlaka yargıya taşıyabilirler... Adalet mekanizmasıyla ilgili endişeler elbette önemlidir ama bu konuda teknik inceleme ve bilirkişi gerektiği için bu konu hem sürekli gündemde kalacak, hem de ‘yorum’la değil, ‘teknoloji marifeti’yle sonuçlanacaktır... Ümraniye ve Balyoz dâvâlarında olduğu gibi hile varsa mutlaka ortaya çıkacaktır...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CNN TURK’teki programda Başbakan’a birilerinin geldiğini, dershaneler üzerinden kendisini ve hükûmetini tehdit ettiklerini söylüyor... Arınç’a göre gelenler Başbakan’a “Elimizde kasetler var, piyasaya süreriz, hükûmetini yıkarız” demişler... Bir nevi ‘darbe’yle korkutmaya çalışmışlar... Başbakan da bunun üzerine resti görmüş ve “Sonunda bu alçaklığı da yapacak mıydınız?” şeklinde konuşmuş... Arınç’ın anlattıklarını doğru kabul edersek, şu soruyu sormamız gerekmiyor mu: Makamında tehdit edilen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ‘alçaklık’ olarak nitelediği bu şantaj karşısında derhal neden yargıya başvurmamış? Madem bir ‘alçaklık’ var, neden mukadderatı sandığa havale etme yerine, ‘abdestinden emin’ bir şekilde yargıya havale ettirmemiş? Neden şantajı kamuoyuna duyurarak deşifre yoluna gitmemiş veya gidememiş?
Belli ki Başbakan’ın yargıya başvuracak yerleri ağrıyor!.. Bu anlaşılabilir bir durum!.. Ama vatandaş olarak hepimizi ilgilendiren başka bir şüphe var... Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın özel işlerinde de kullandığı kriptolu telefonun delik deşik biçimde süzgece dönüşmüş olması, başka kimlerin hangi amaçlarla dinleme yapmış olabileceğini, ülke güvenliğinin ne kadar acınacak bir hâlde olduğunu, devlet sırlarının düşman ülke ve örgütlerin eline geçmiş olma ihtimalini, istihbarat zafiyetinin zirveye tırmandığını belgeliyor...
Bu saatten sonra Başbakan’ın ve onun hükûmetinin aldığı herhangi bir kararın ne kadar ‘bağımsız’ olduğuna, ülkenin çıkarlarına hizmet ettiğine, ipoteksiz, millî ve şantajdan uzak olduğuna bizleri kim ikna edebilecek? Hakkındaki en ağır ithamlarla ilgili mahkemeye gitmeyen Başbakan, sandığa gitme yoluyla, ülke üzerindeki bu koca ‘güvenlik deliği’ni nasıl kapayacak ve nasıl inandırıcı olacak?