Barışı, Başbakan'a rağmen korumak
Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı protestolarıyla ilgili olarak, geniş kitlelerin mobilize olması üzerine “Ben kalkarım onun yüz bin topladığı yerde 1 milyon insan toplarım” demişti. Başbakan, dediği doğrultuda Afrika gezisi dönüşü, Gezi Parkı’nda toplananlara gözdağı vererek havaalanlarına getirtilen kalabalıklarla gece yarısı miting yapmıştı.
Bununla yetinilmemiş, AKP yönetimi, Ankara ve İstanbul’da alternatif miting yapma kararı almıştır. Başbakan Erdoğan bu yolla ‘evlerinde zorla tutuğunu söylediği yüzde elliyi’ sokaklarda mobilize etme imkânı bulmuştur. Gezi Parkı direnişi sona ermeden AKP’nin miting yapma kararı alması, Başbakan’ın söylediği gibi, kendilerine muhalif olanlarla “anladığı dilden konuşma” tavrıdır.
Başbakan Erdoğan, kendisine karşı olduğuna inandığı iş adamı ve bankalara karşı “ümüğünü sıkarız”, “hesaplaşacağız” türünden tehditler savurmuştur.
Başbakan tehdit ederek sindirmek ve intikamcı tavırlarıyla sükûnete değil gerilime ve çatışmaya hizmet etmiştir.
AKP iktidarı, rövanşist tavırlar, alternatif mitingler, güç ve gövde gösterileriyle Gezi Parkı’ndan yükselen itirazı ezmeye çalışmıştır.
Çünkü AKP, icraatlarına yönelik her itirazı “darbe teşebbüsü”, “hükümete karşı komplo”, “küresel oyun” olarak görmekte ve değerlendirmektedir. AKP’nin güvenlik bürokrasisi bu nedenle Gezi Parkı olaylarına hazırlıksız yakalanmış ve krizi yönetememenin şaheser örneğini vermiştir.
On bir yıldır iktidarda olan AKP, icraatlarından rahatsız olan kitlelerin, ortaya koyduğu sivil ve sosyal itaatsizliğe -anlayış bir yana- şiddetle mukabele etmesi olayları çığırından çıkarmaktadır. AKP’nin sivil halka karşı partilileri sahaya sürmesi, tam bir basiretsizlik ve sorumsuzluk örneğidir.
Havaalanlarına, sokaklara taşınan kalabalıklar, Sincan ve Kazlıçeşme mitingleri, Taksim’e yönelik olarak AKP’nin ortaya koyduğu bir güç ve gövde gösterisidir. İktidar ‘arkasındaki halk desteğini göstererek, sokakları sindirmek’ istemektedir. Bunun için halkın yüzde ellisini, halkın diğer yüzde ellisine karşı sokaklarda toplayarak, Gezi Parkı’ndakilere “güç bende, gerekirse ezerim” mesajı vermektedir. Bu cepheleştirici, gerici ve kamplaştırıcı bir tavırdır.
Çevre/yeşil duyarlılığının tetiklediği, özünde AKP iktidarının baskıcı tutum, icraat ve söylemlerine karşı halk tepkisi şeklinde ortaya çıkan sosyal muhalefete karşı Başbakanın partilileri miting alanlarına sürmesi yeni bir durum yaratmıştır.
Başbakan Erdoğan, Sincan mitinginde meydan okuyan, suçlayan, tahrik ve provoke eden bir tehdit dili kullanmıştır. Bu üslup, var olan gerilimi patlama noktasına taşımıştır. Erdoğan’ın, kışkırtıcı, kutuplaştırıcı, cepheleştirici ve provokatif Sincan konuşması sonrasında durumdan vazife çıkarmak görevi de güvenlik güçlerine düşmüştür.
“Artık orayı boşaltın, yoksa güvenlik güçlerimiz boşaltmasını bilir” şeklindeki sözler üzerine de Gezi Parkı’na müdahale edilmiş, bu müdahale Türkiye genelinde evlerine dönme aşamasında olan insanları yeniden sokaklara taşımıştır.
Türkiye, AKP yönetiminde dolu dizgin bir iç çatışmaya doğru sürükleniyor. Ülkenin bugün sokakları, parkları, şehir merkezleri bölük pörçüktür. Etnik, mezhep, bölge, yaşam biçimi ve inanç yönünden halk bizzat iktidar partisi tarafından kamplaştırılmıştır.
Başbakan Erdoğan, Sincan mitinginde sözü evirip çevirip ‘camiye ayakkabı ile girildi, içki içildi, baş örtülü anneye saldırıldı’ türünden iddialar dile getirmektedir. Doğruysa bu tavırlar lanetlenmelidir ve gereği de yapılmalıdır. Bu iddiaları kitleler karşısında dile getirmek tahrikten de öteye halkı galeyana getirmektir. Bu dil, barış dili değildir, aksine bölücü ve cepheleştirici bir dildir.
Tayyip Erdoğan, alabildiğine toplumu germeye, gerilimi tırmandırarak partililerinin kaybolmuş heyecanını diriltmeye çalışıyor. Bunun için de kontrolsüz bir gerilim politikası uyguluyor ve kitleleri görünce de kendisinden geçiyor.
Türkiye birliğini, bütünlüğünü, kardeşliğini, barışını koruyacaksa, bunu Başbakan’a rağmen başarmak zorundadır.