Bana darbeleri değil barajları sorun!
Son elli yılın siyasi hayatına tartışmasız damga vuran devlet adamıydı. Türk demokrasisinin muhassalasıydı.
Günahıyla sevabıyla insandı, rahmetli olana kadar da insan olarak kaldı. Türkiye’de en fazla Baba oldu. Hem de “kurtar bizi Baba” diyenlerin babası oldu. Bu topraklar da “Devlet Ana” olunca Demirel de millete “Baba” olmuştu. Ama yalnızca Baba, hepsi o kadar!
Cuntalardan darbe, muhtıra ve ültimatom yerken siyasi rakiplerinden de isnat, itham ve iftiralar yedi. Gök kubbenin altında neredeyse hakkında söylenmedik söz, atılmadık iftira ve yapılmadık eleştiri kalmadı.
Çatıya çıkan da oydu, çatıdan düşen de... Altı defa düşüp yedi defa çıkmasını bilen de o oldu... Genel müdür, Başbakan ve Cumhurbaşkanı oldu. Tutuklu, sakıncalı, ‘Çoban Sülü’ ve ‘Bir Bilen’ oldu.
Herkes halkın kralı, sultanı olmaya heveslenirken o yalnızca barajların kralı oldu. Sözün kısası Türkiye’de olması lazım gelen ne varsa O, onu oldu.
Köylüydü, kentliydi, nüktedandı, söz ustasıydı. Muktezayı hâlâ mutabakat sağlayan bir insandı. Halktandı, halk gibi konuşurdu. Çoğu kez rakipleri bile ancak onun söyledikleri üzerine siyasetini bina edebildi. Sözleri herkesin dilinde pelesenk oldu. Türk siyasetine unutulmaz sözler ve vecizeler bıraktı.
Demirel siyasette renkti, üsluptu, söz ustasıydı. Kesine yakın bir şekilde söylenebilir ki Demirel olmasaydı son kırk yılın siyaseti çok daha çorak olurdu.
‘Düşman illeri viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak’ demedi ama “Büyük Türkiye” dedi. Türkiye için düşündü, konuştu, koştu, çalıştı ve siyaset yaptı.
Doksanı aşan yaşına rağmen “hitab-ı kabil” gördüğü bütün toplantılarla ve topluluklarla görüşlerini paylaştı. Onun Türkiye sevdası tartışılmaz.
Tepedekine taptıran, tabandakini teptiren yeni siyaset anlayışı son yıllarda onu görmezlikten geldi. Onun birikimlerinden son dönemde yararlanılmaması Türk siyaseti adına büyük bir kayıptır.
Süleyman Demirel çok kısa süreçler içinde kazanmayı bildiği kadar kaybetmeyi de öğrendi. Her çıkışın çöküşle, yükselişin düşüşle, kazancın kayıpla birlikte düşünülmesi gerektiğini yaşayarak öğrendi.
İktidar böyledir, çoğu kez insana hayatın kanununu unutturur. Belirli bir dönemde de olsa sürekli olarak iktidarını muhafaza edenler bir gün düşeceklerinin ve iktidarsız kalacaklarının hesabını hiç yapmazlar. Yalnızca dibe vuranlar hayatı bütünüyle tanır. Demirel dibe vurmayı da Hamzakoylara tıkılmayı da zirvelere tırmanmayı da çok kısa sürelerde yaşayarak öğrendi. Çünkü sırt üstü yere vurulan bir insan ancak bütün gücüyle ileriye atılabilir.
Elbette sayısız kez ülkenin tepe yönetiminde bir numara olarak görev alan bir insanın sayısız hataları, yanlış kararları ve sözleri olacaktır. Onları, insan olmanın aynı zamanda da yanılır olmak anlamına geldiğini bilerek eleştirmek gerekir. Zaman yanlışları, yapılmayanları, haksızlıkları ya da hataları sayıp dökme zamanı da değildir.
Burada onunla ilgili bir hatıramı anlatmadan da geçemeyeceğim: Onun Güniz Sokak’taki evine Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu olarak gitmiştik. Sorular sorduk, cevaplar aldık ve toplantı bitmişti. Bizi yolcularken tam da kabul salonunun girişte sağında bulunan duvara asılı olan baraj fotoğraflarının yanında bir an durdu ve ellerini bir yay gibi onların üzerinde gezdirerek şunu söyledi: “Bana darbeleri değil, bunları sorun!”
O, Türkiye’yi imar ve inşa işine kendini adamıştı. Gerçekten de biz ona hiç asıl yaptığı işi soramamıştık!
Biz Güniz Sokak’tan ayrıldıktan sonra televizyonlar haber verdi. Demirel de artık oradan ebediyen ayrılmış. Hem de o salonda okumayı ve incelemeyi bekleyen onca kitabı, gerçekleştirmeyi bekleyen onca projeyi öksüz bırakarak gitmiş. Allah Rahmet eylesin!
Özcan
Yeniçeri
Bana darbeleri değil barajları sorun!
Son elli yılın siyasi hayatına tartışmasız damga vuran devlet adamıydı. Türk demokrasisinin muhassalasıydı.
Günahıyla sevabıyla insandı, rahmetli olana kadar da insan olarak kaldı. Türkiye’de en fazla Baba oldu. Hem de “kurtar bizi Baba” diyenlerin babası oldu. Bu topraklar da “Devlet Ana” olunca Demirel de millete “Baba” olmuştu. Ama yalnızca Baba, hepsi o kadar!
Cuntalardan darbe, muhtıra ve ültimatom yerken siyasi rakiplerinden de isnat, itham ve iftiralar yedi. Gök kubbenin altında neredeyse hakkında söylenmedik söz, atılmadık iftira ve yapılmadık eleştiri kalmadı.
Çatıya çıkan da oydu, çatıdan düşen de... Altı defa düşüp yedi defa çıkmasını bilen de o oldu... Genel müdür, Başbakan ve Cumhurbaşkanı oldu. Tutuklu, sakıncalı, ‘Çoban Sülü’ ve ‘Bir Bilen’ oldu.
Herkes halkın kralı, sultanı olmaya heveslenirken o yalnızca barajların kralı oldu. Sözün kısası Türkiye’de olması lazım gelen ne varsa O, onu oldu.
Köylüydü, kentliydi, nüktedandı, söz ustasıydı. Muktezayı hâlâ mutabakat sağlayan bir insandı. Halktandı, halk gibi konuşurdu. Çoğu kez rakipleri bile ancak onun söyledikleri üzerine siyasetini bina edebildi. Sözleri herkesin dilinde pelesenk oldu. Türk siyasetine unutulmaz sözler ve vecizeler bıraktı.
Demirel siyasette renkti, üsluptu, söz ustasıydı. Kesine yakın bir şekilde söylenebilir ki Demirel olmasaydı son kırk yılın siyaseti çok daha çorak olurdu.
‘Düşman illeri viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak’ demedi ama “Büyük Türkiye” dedi. Türkiye için düşündü, konuştu, koştu, çalıştı ve siyaset yaptı.
Doksanı aşan yaşına rağmen “hitab-ı kabil” gördüğü bütün toplantılarla ve topluluklarla görüşlerini paylaştı. Onun Türkiye sevdası tartışılmaz.
Tepedekine taptıran, tabandakini teptiren yeni siyaset anlayışı son yıllarda onu görmezlikten geldi. Onun birikimlerinden son dönemde yararlanılmaması Türk siyaseti adına büyük bir kayıptır.
Süleyman Demirel çok kısa süreçler içinde kazanmayı bildiği kadar kaybetmeyi de öğrendi. Her çıkışın çöküşle, yükselişin düşüşle, kazancın kayıpla birlikte düşünülmesi gerektiğini yaşayarak öğrendi.
İktidar böyledir, çoğu kez insana hayatın kanununu unutturur. Belirli bir dönemde de olsa sürekli olarak iktidarını muhafaza edenler bir gün düşeceklerinin ve iktidarsız kalacaklarının hesabını hiç yapmazlar. Yalnızca dibe vuranlar hayatı bütünüyle tanır. Demirel dibe vurmayı da Hamzakoylara tıkılmayı da zirvelere tırmanmayı da çok kısa sürelerde yaşayarak öğrendi. Çünkü sırt üstü yere vurulan bir insan ancak bütün gücüyle ileriye atılabilir.
Elbette sayısız kez ülkenin tepe yönetiminde bir numara olarak görev alan bir insanın sayısız hataları, yanlış kararları ve sözleri olacaktır. Onları, insan olmanın aynı zamanda da yanılır olmak anlamına geldiğini bilerek eleştirmek gerekir. Zaman yanlışları, yapılmayanları, haksızlıkları ya da hataları sayıp dökme zamanı da değildir.
Burada onunla ilgili bir hatıramı anlatmadan da geçemeyeceğim: Onun Güniz Sokak’taki evine Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu olarak gitmiştik. Sorular sorduk, cevaplar aldık ve toplantı bitmişti. Bizi yolcularken tam da kabul salonunun girişte sağında bulunan duvara asılı olan baraj fotoğraflarının yanında bir an durdu ve ellerini bir yay gibi onların üzerinde gezdirerek şunu söyledi: “Bana darbeleri değil, bunları sorun!”
O, Türkiye’yi imar ve inşa işine kendini adamıştı. Gerçekten de biz ona hiç asıl yaptığı işi soramamıştık!
Biz Güniz Sokak’tan ayrıldıktan sonra televizyonlar haber verdi. Demirel de artık oradan ebediyen ayrılmış. Hem de o salonda okumayı ve incelemeyi bekleyen onca kitabı, gerçekleştirmeyi bekleyen onca projeyi öksüz bırakarak gitmiş. Allah Rahmet eylesin!