Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Bakışımızı düzeltelim, birlik olalım

Türkiye’miz bugün, içeride ve dışarıda varlığını tehlikeye sokan büyük bir kargaşa (kaos) ortamına sürüklenmiş durumdadır. “Yaşanan bu kargaşaya nasıl bakmalıyız ve çıkış yolunu nasıl bulmalıyız” diye sorduğumuzda, karşımıza iki yol çıkmaktadır. Meseleye ya birey ve vatandaş hukuku ya da millet ve devlet hukuku açısından bakarak önceliğimizi belirlemeliyiz. Tehlikenin bertaraf edilmesi bakımından bu husus hayati önemi haizdir. Eğer birey açısından bakarsak (temel insan hakları, can-mal güvenliği, eşitlik, demokrasi, özgürlük gibi) başka; millet ve devlet açısından bakarsak (bağımsızlık, egemenlik, kamu düzeni, millî birlik, vatanın bütünlüğü ve sınırların korunması gibi) daha da başka sonuçlara ulaşırız. Gerçi bu iki bakış birbirinden ayrılamaz, ama yaşanan gerçeklere ve ihtiyaca göre bir önceliğimizin olmasından bahsediyoruz. Bunu da dosdoğru belirlemek zorundayız. Eğer bakış isabetli olmazsa, teşhis ve tedavi yapılamaz. Diğer ifadesiyle çıkış yolu bulunamaz; tehlike daha da büyür ve içinden çıkılamaz hale gelir.
Yazıya başlarken bekamız tehlikede dedik. Tehlikenin kaynağı ise; içeride ırkçı-bölücü terör örgütü, dışarıda bunun uzantıları ve diğer terör örgütleri tarafından kuşatılmış olmamız ve bunların saldırıları sonucunda egemenlik ve kamu düzenimizin çözülmeye doğru sürüklenerek zaafa uğramasıdır. Buna kısaca Haçlı saldırıları da diyebiliriz. Eğer bu tespitte mutabıksak, bakış açımızı da, önceliğimizi de belirlemiş oluyoruz. Tehdit ve tehlikeye bu açıdan bakmak, çaresini buna göre bulmak zorundayız. Bunun için meseleye, birey ve vatandaş hukuku açısından bakamayız. Esasen, egemenlik ve millî devlet yapımızda çözülme ve kargaşa yaşanıyorsa, bu yapının bahşettiği ve teminat altına aldığı birey ve vatandaş hukuku da, kendiliğinden yok olmaya mahkûmdur.
Bütün bunları yazmak ihtiyacını niçin duyuyoruz? Söyleyelim: Yazılı ve görüntülü medyada, ülkemizin bütünlüğünü samimi olarak savunan kardeşlerimizin pek azı hariç, bu hususa dikkat etmediklerini düşünüyoruz. Dışarıdan beslenen saldırganlar, gayrimeşru oldukları ve terör gibi insanlık suçu sayılan yollara başvurdukları halde, kendi açılarından sistemli ve tutarlı(!) olabiliyorlar. Dikkat edilmediğinde; masum insanlarımızı katleden teröristler, insan haklarından, demokrasiden, barıştan söze başlayıp, devamında küme haklarına geçerek; devlet, egemenlik ve vatanımızı talep edebiliyor, alenen ülkemizi bölmekten bahsedebiliyorlar. Bölünme denilen mesele ise devletimize bir, veya çok ortak getirilmesidir ki bu gerçekleştiğinde, artık Türk milletinin bağımsız devletinden bahsedilemez. Bu ihanete karşı, ülkemizin egemenliği ve bütünlüğü gibi haklı, asil ve meşru bir davayı savunan aydınlarımızın, temel bakışlarında bir dağınıklığın olduğunu, suni gündemlere fazlasıyla takıldıklarını, milletimizde karşılığı zayıf bir dille konuştuklarını, sonuçta istenen etkiyi yapamadıklarını üzülerek görüyoruz.
Söz buraya gelmişken bir hususa daha temas edelim. Bugün, iç ve dış düşmanların temel hedefinin; Anadolu’daki Türk Milletinin 1000 yıllık egemenliği, Büyük Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu millî-üniter Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kutsal vatanımızın bölünmez bütünlüğü olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu acı gerçek inkâr edilemez bir şekilde, ortadadır. Buna göre, Türk Milletinin halis evlatlarının savunacağı, bekamızı sağlayan bu temel kurumlarımız olmak zorunda değil mi? Gerçekler böyleyken, nedense, aydınlarımızın önemli bir bölümünün, varlığımızın teminatı olan bu temel kurumlarımızın tamamının yerine, sadece “cumhuriyet” kavramını kullandıklarına şahit oluyoruz.
Cumhuriyet rejiminin tehlikede olduğunu düşünmüyoruz. Kimse, cumhuriyet rejimi kalksın (devlet başkanını halk seçmesin), yerine hanedan rejimi gelsin demiyor. Eğer bilmediğimiz yerlerde “hanedanlık gelsin” diyen varsa, ona sadece gülünüp geçilir. Dünyada, Avrupa krallıkları ve bazı babadan oğula geçen diktatörlükler hariç, bütün devletlerin adında cumhuriyet ibaresi yer almaktadır. Seçim şekilleri ve aldatmacaları ayrı bir konudur. Esasen anayasamız cumhuriyet için, “devletin şekli” diyor. İnsaf ile düşünelim, tehlikede olan, devletin şekli mi, yoksa, kendisi midir? Eğer, “cumhuriyet, devlet anlamında kullanılıyorsa”, bu önce doğru değil, sonra neden böyle yanlış anlaşılmaya müsait, halkta karşılık bulmayan dolaylı yollara giriliyor? Madem kasıt devlettir, neden, doğrudan Devlet; hatta aidiyetini de ifade edecek şekilde Türk Devleti denilmiyor? Meselemiz; Türk Milletinin kimliği, egemenliği, birliği ve vatanın bütünlüğüdür.
Her gün neleri kaybettiğimizi; gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde olanlar yüzünden ne bedeller ödediğimizi düşünelim.
Gelin, kendimizi gözden geçirelim, birlik
olalım!
Gelin, 27 Aralık 1936’da kaybettiğimiz büyük Akif’i birlikte okuyalım:
Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa /Eğer o his gibi tek, bir de gayeniz varsa /Düşer düşer yine kalkarsınız, emîn olunuz... /Demek ki birliği temin edince kurtuluruz / O halde vahdete hâil (engel) ne varsa çiğneyiniz / Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz?

Yazarın Diğer Yazıları