Bakan Hakan Fidan'dan önemli açıklamalar. Şam ziyaretini anlattı

Bakan Hakan Fidan'dan önemli açıklamalar. Şam ziyaretini anlattı

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, tv100 ekranlarında soruları yanıtladı. Kritik zirvenin detaylarını paylaşan Fidan "Türkiye olarak bizim yaşamsal çıkarlarımız var, başta güvenliğimiz olmak üzere. Suriye'nin içinde bulunduğu şartları suistimal eden terör örgütleri vardı. O konuları görüşmek ve 2 ülke arasında diğer konular da var. Enerji ve yardım gibi... Bunların hepsini ele aldık” dedi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, tv100 Genel Yayın Yönetmeni Deniz Gürel ve tv100 Moderatörü Başak Şengül’ün sorularını yanıtladı.

Fidan, Suriye hükümeti ile SDG arasındaki anlaşmaya ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, "Bölgede terör faaliyetlerine bulaşan bütün silahlı unsurların denklem dışına çıkması, bütün nüfusun normal bir hayata dönmesi elzem" ifadesini kullandı.

İşte Hakan Fidan'ın açıklamalarından satır başları:

SURİYE'DEKİ GELİŞMELER VE ŞAM ZİYARETİ

"Suriye ziyaretimiz önemli bir ziyaretti. Geçtiğimiz yılın 8 Aralığında Suriye'de yeni bir dönem başladı. Çok büyük bir tarihi fırsat getirirken Suriye halkı ve bölge için aynı zamanda birçok problemin de başlangıç noktası oldu. Yeni yönetim ve Suriye halkı arkasında ülkeyi yokluğa, imkansızlığa, açlığa bırakmış bir liderin kalıntısıyla baş başa kaldılar ve şu anda sistem kendini yeniden ayağa kaldırmaya çalışıyor. Hem uluslar arası toplumun hem de komşular olarak bizlerin her türlü desteğine ihtiyacı var.

Bu bizlerin tarihi mesuliyetimiz. Modern bir devlet imkanını kullanarak onlara her türlü desteği götürmek önemli. Diğer taraftan Türkiye olarak bizim yaşamsal çıkarlarımız var, başta güvenliğimiz olmak üzere. Suriye'nin içinde bulunduğu şartları suistimal eden terör örgütleri vardı. O konuları görüşmek, mevcut gelişmeleri gözden geçirmek ve 2 ülke arasında gündeme gelmesi gereken diğer konular da var. Enerji ve yardım gibi... Bunların hepsini ele aldık. İyi ve verimli bir ziyaret oldu. Beraberinde Savunma Bakanımız ve MİT Başkanımız vardı. Bu konularda da detaylı görüşmeler yaptık.

ÜRDÜN ZİYARETİNİN DETAYLARI

Geçtiğimiz hafta Ürdün'deydik. Orada Türkiye'nin çerçevesini önceden oluşturduğu DEAŞ'a karşı mücadele platformunun temelleri atıldı. Suriye bunun önemli bir ayağı. Bununla ilgili görüşmeler yaptık. Yeni mekanizmanın teknik özellikleri ve birtakım parametrelere baktık. Ardından Şam yönetimi ile YPG arasında varılan anlaşmanın üzerinden geçtik. Bununla beraber bölgesel güvenlik konularına da yakından baktık.

SURİYE'DE YAŞANAN ÇATIŞMALARIN KAYNAĞI NE?

Daha önce de bu konuya ilişkin provokasyon uyarısı yapmıştık. Bu ilk veya son da olmayacak. Bu türden provokasyonlara karşı idari ve siyasi tedbirler önemli. Bu provokasyon Nusayri kesimin provoke edilmesine yönelik bir proje olduğunu görüyoruz. Eski rejim unsurlarının bir tuzakla hükümet birliklerine saldırması belirli miktarda askeri öldürmeleri ve akabinde ortaya çıkan sivil unsurların da iki taraftan karıştığı bir konu. Özellikle Nusayri ve Sünni hassasiyetinin bulunduğu bir yerde yakın tarihinde bazı acıları yaşamış bir toplumun yaraları bu kadar tazeyken provokasyona bu kadar açık bir yaranın olduğu ortada.

Yeni yönetim bu türden rövanşist bir tavra girmeyince, aklı selim, makul bir yaklaşım sergileyince bu sefer umduğunu bulamayan bazı çevreler provokasyonu kendileri örgütlediler. Bu provokasyonunun arkasında Şara yönetiminin bunların sorumlularının bulunacağı ve bu saldırıların hiçbir şekilde kabul edilmeyeceğine ilişkin yaklaşımı da oldukça önemliydi.

Türkiye olarak da bizim baştan beri çağrımız bu. Anayasal çerçeve neticesinde bütün toplumsal kesimlerin birbirlerini kucaklaması gereken bir anlayıştan bahsediyoruz.

Bizim bölgemizde çeşitli mezhep grupları var. Sünniler olduğu kadar Aleviliğin, Şiiliğin farklı mezhep grupları da var. Irak'taki 12 İmam Şiiliğinin, Suriye'deki Nusayriliğin veya Türkiye'deki klasik Bektaşi-Alevi geleneği... Bunlar birbirinden farklı özellikler ama günün sonunda diğer Sünni kesimden ayrıldıkları için buradan toptancı bir yaklaşımla bir mezhepçi ayrıma gidilmesi gündeme gelebiliyor. Bütün bunların üstüne çıkacak bir anlayış geliştirerek modern devletin toplumun bütün kesimlerini kucaklaması burada en öncelikli olan.

Türkiye'de bazı çevrelerin ucuz bir siyaset dili kullanarak yakın çevremizde olan birtakım gelişmelerin aynasını Türkiye'ye tutması ve başka bir yerdeki gerilimi Türkiye'de bir taban bulmaya yönelik bir operasyona dönüştürmesi talihsiz bir yaklaşım.

SDG'NİN SURİYE HÜKÜMETİNE KATILMASI

Bizim en baştan beri söylediğimiz şuydu: Yeni Suriye yönetiminin YPG işgaline ve korsanlığına son verecek inisiyatifi ele alması gerekiyor. Her zaman için yeni yönetime telkinimiz Suriye Kürtlerinin haklarının verilmesi. Esad döneminde bu malesef sağlanmamıştı. Şimdi böyle bir tarihi fırsat var. Buna mukabil bölgede gayriresmi olan terör faaliyetlerine bulaşan bütün denklem dışına çıkması hayatın normale dönmesi, bütün nüfuzların normal bir hayata dönmesi elzem.

Artık 21'inci yüzyılda herkesin mutluluğu ve refahı yaşadığı bir dünyada hala sınırımızda silahların kan kusması kabul edilebilir bir şey değil. Bizim için hassas olan güvenliğe ilişkin konular var. Özellikle YPG ile ilgili olan konularda ileriye yönelik tezgahlar başta olmak üzere her şey gündemde olabilir. İyi niyetle imzalanmış olan bir anlaşma varsa gereği yapılsın. Fakat orada ileriye yönelik döşenmiş mayınlar olabilir. Türkiye olarak bunu yakından gözetliyoruz. İnşallah çok fazla kan dökülmeden sulh içinde normal hayata geçiş olur ve terör biter.

SURİYE'DE KÜRTLERE OTONOMLUK İDDİALARI

Otonomi veya özerklik arayışına ilişkin bir taviz olduğunu düşünmüyoruz. Bu, çağdaş ve iyi bir şey de değil. Bizim coğrafyamızda hiç iyi değil.

Birini otonom yaptığınızda ona zaten farklı muamele ediyorsunuz. Ben yıllardır bu dilin kime ne menfaat getirmeye çalıştığını hiç anlayamadım. Bu bir iyilik değil.

Hiç kimsenin kendisini azınlık hissetmeden, eşit imkânlarla daha büyük bir refahın özel bir parçası olduğunu hissetmesi gerekir. Bizim coğrafyamızda bir grubu otonom yaparsanız, o geri kalan refahtan istifade edemez.

Suriye’de yönetimin de böyle bir anlayışı yok. Oradaki Kürtlerin talebinin de ben bu yönde olduğunu düşünmüyorum.

SURİYE'DE TÜRKİYE ANA AKTÖR MÜ?

Bazı tanımlamaları gözden geçirmemiz gerikiyor. Bir konuda menfaatinizi tanımlarsınız ve bu menfaatin hayata geçmesi sizin için önemlidir. Günün sonunda bizim için önemli olan ortaya koyduğumuz hedeflerin hayata geçmesi. Bu hayata geçerken ortaya çıkan sembolizm ve bunun üzerinden tartışma üretilmesi biraz fakir bir anlayış. Daha engin bir görüşe sahibiz. Bir de bunu yerel siyasetin gündemi haline getirdiğinizde buradan çıkış olmaz.

Bizim bir yerde bir coğrafyada sonuç görmek istiyoruz bunun ortaya çıkması önemli. Türkiye'nin kendi bölgesinde politik vizyonu var. Politik vizyonumuz bölgedeki çatışmaların bittiği ve artık ekonominin kalkındığı bir vizyon. Bunlar olurken Türkiye'nin Suriye'de, Ukrayna'da, Kafkasya'da, Gazze'de görmek istediği neticeler çok önemli. Bunların hepsinde Türkiye'nin değişen ölçülerde rol aldığını söyleyebiliriz.

Türkiye'de iç politikada sıkışmış olan unsurlar dış politikaya ilişkin birtakım dar cümleler söylüyorlar.

PKK TAMAMEN TASFİYE OLACAK MI?

İmralı'dan yapılan çağrıyla örgütün kurucu liderinin örgütün kendisini feshetmesi zamanının geldiğini ve geçtiğini söyledi. Bu mevcut gerçeklerle de örtüşen bir konu. Umarız bu çağrıya örgüt kulak verir. Biz devlet olarak bunu zaten yıllardır söylüyoruz.

Son 15 yıldır Türkiye'deki demokratik ortamın meyvelerini verdiği ortamı görmeyip hala eski metotlarla soğuk savaş dönemine devam eden bir yapının kendisini çoktan sorgulaması ve feshetmiş olması gerekirdi. Aslında 2013’te bu sürece girilmişti. Ama Suriye’deki birtakım fırsatları varmış gibi göstererek örgütü kandırdılar. O zaman aklını çelen bölgesel aktörlerin kimler olduğunu örgüt biliyor.

Bu olayın mücadeleye bakan kısmında Türkiye 10 sene öncesine nazaran katbekat ileride. Bu süreçte geliştirdiğimiz yeni anlayışlar, teknolojiler var. Sadece terörle mücadeleye değil aynı anda birden fazla savaşın içinde olduk. Bugüne gelecek olursak yapılan çağrıya kulak verilmeli ve bunun tarihi bir fırsat olarak görülmesi ve örgütün kendisini feshetme sürecini başlatması gerekiyor.

"BİZ HER TÜRLÜ SENARYOYA HAZIRIZ"

Biz yıllardır ne yapıyorsak onu yapacağız. Demokrasimizi sağlamlaştırmaya ilerletmeye devam edeceğiz ve en yıkıcı güçle düşmanlarımızla savaşacağız. Artık örgüt yöneticilerinin de İmralı’dan gelen çağrıya yanıt verip bundan kurtulması gerekiyor ki siyasi ayak da bir vesayetten kurtulsun. DEM uzun süredir bir vesayet altında siyaset yapmaya çalışıyor. Örgütün silahlı terör unsurlarının vesayeti altında siyaset yapmaya çalışan bir unsur var. Hiçbir zaman gerçek bir siyasi problemin ortada olduğunu söylemek mümkün olmuyor. Ben inanıyorum ki bu fırsat penceresini değerlendirirlerse Türkiye ve bölge için büyük bir açılım olur. Bunu değerlendirmeme yolunda bir adım atarlarsa, başkaları bunların aklını çelerse 2013’te çeldiği gibi kendi bilecekleri iş. Biz her türlü senaryoya hazırız.

“TRUMP’IN ADIMLARI AVRUPALILARI PANİK HALE GETİRDİ”

Financial Times’a verdiğim “Cin şişeden çıktı” söylemiyle kastettiğim şuydu: ABD’nin Avrupa ile ilişkilerde Ukrayna üzerinden gündeme getirdiği bazı argümanlar, söylemler ve hareketlerine bakınca Avrupalı aktörler için geri dönülemez bir noktaya girildiğini görüyoruz. Bu bizim özellikle bir senaryo olarak son birkaç yıldır belirli çevrelerde dillendirdiğimiz bir konuydu ama son 3 ayda bu ihtimalin çok hızlı şekilde hayata geçtiğini görüyoruz.

Avrupalılar şunu görüyorlar: Uzun zamandır kendi güvenliklerini ABD’ye bağlamışlar. Bu ABD’nin koruyucu çemberini kaldırın her şeyin bozulacağı görülüyor zaten. Avrupalılar ama bunu uzun yıllar kendilerinin yaptığını düşündüler. ABD şimdi bu koruyucu şemsiyeyi çekebileceğini söyleyince Trump’ın attığı bu adımlar Avrupalıları daha da panik hale getirdi. Rasyonel çıkarımı yaparak kendi güvenliklerini yüzde 100 ABD’ye bağlayamayacakları yönünde karar verdiler. Orta ve uzun vadede ABD’nin sağladığı kabiliyetleri kendilerinin geliştirip artık ABD’den güvenlik konusunda bir bağımlılığı azaltmaya yönelik durum başladı. Cin şişeden çıktı, derken bunu kastettim.

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE SON DURUM NE?

Türkiye-AB ilişkileri çok dinamik bir alan. Burada 2 tane kuvvetli ayrıma gidiyoruz. İlki Avrupa ülkeleriyle birebir ilişkilerimizin mükemmel olması önemli. Burada bir sıkıntımız yok. Avrupa’nın tamamıyla toplamda 200 milyar dolardan fazla ticaret hacmimiz var ve dünyanın olabilecek ne dengeli ticaret hacmi her iki taraf için de. Teknoloji aktarımı, sermaye hareketliliği var.

AB kurumlarıyla 2019’da belirli ölçüde duraksamaya uğrayan bazı ilişkilerin yeniden geliştirilmesi bir sorun şu anda. AB üyeliğiyle ilgili Cumhurbaşkanımız son olarak yaptığı konuşmalarında da iradesinin ne olduğunu vurguladı. Hala bizim için stratejik bir önceliktir. Bu bizim milli pozisyonumuz ama AB’nin konuyu aynı şekilde ele almadığını görüyoruz.

Yeni değişen güvenlik sisteminde Türkiye-AB ilişkileri hangi perspektifte nasıl ilerleyecek? Bu konuya ilişkin iyi niyetli açılımların beklenebileceğini söyleyebilirim. Şu anda her şey çok fazla birtakım muhtemel senaryolar üzerinden götürülüyor. Bunu daha gerçekçi olaylar önümüze çıktıkça bir müzakere sürecine evireceğiz.

Çok şık ve usulüne uygun bir müzakere süreci olması lazım. Ülkemizin, milletimizin menfaatini gözeten maksimum stratejik kazanç neyse ona odaklanacağız. Bunu yaparken de kazan-kazan mantığıyla ortak menfaati nasıl üretebiliriz ona bakacağız.

RUSYA-UKRAYNA ATEŞKES İLAN EDER Mİ?

Şu anda 2 aşamalı bir tartışma alanı var. İlk olarak ateşkes nasıl olacak ve uzun dönemli bir barış anlaşması nasıl hayata geçecek? Cumhurbaşkanımız hem ilgili toplantılarda hem de kamuoyuna açık alanlarda ifade ettiler. Türkiye bu alanlarda şimdiye dek oynadığı rolü artırarak oynamaya hazır. Yeter ki insanlar ölmesin, barış olsun. Bir ateşkesin olması için tarafların da birçok konuda mutabık kalması lazım. Buna gözetleme mekanizmaları da dahil. Cumhurbaşkanımız tarafların ittifak ettiği düzenlemelerde Türkiye’nin yer alması konusunda bir sıkıntının olmadığını ısrarla ifade ettiler. Biz prensiple hareket etmenin hem zorluklarını hem faydalarını görüyoruz. Uzunca bir süre NATO içinde ateşkes olması gerektiğini söylüyorduk. Barış görüşmeleri de oluyordu bazen ama buraya Rusya çağrılmıyordu. Bunun yanlış olduğunu ifade ediyorduk. Dönem değişti bu sefer Rusya ile görüşmeler başladı. Ukrayna dışarıda tutuldu. Bu kez yine aynı şeyi söyledik. Ukrayna’nın da masada olması gerektiğini…

Gelinen noktada Trump’ın ortaya koyduğu 30 günlük ateşkes çağrısına Ukraynalılar Suudi Arabistan’daki Cidde toplantısında olumlu yanıt verdiler. Şimdi Ruslarla özel temsilci önceden giderek geniş bir görüşme yaptı ve arkasından da Trump’ın görüşmeleri. Sanıyorum ki bir ateşkese doğru gidiş olabilir. Umulan o ki bu ateşkesin getirdiği sükunetin tarafları daha kalıcı bir şekilde ateşkese ve uzun süreli de barışa yöneltici bir havanın oluşması. Tekrar savaşın olmaması… Ama bu varsayım çok güçlü bir varsayım olmayabilir. Sağlam müzakere temellerine oturtulması gerekiyor bu konunun.

Türkiye böyle bir ateşkes olursa ev sahipliği yapmaktan tutun da diğer yapıcı katkılara kadar her bir faaliyetin içerisinde olacağını söyleyebilirim.

TRUMP’IN İKİNCİ DÖNEMİNDE ABD İLE İLİŞKİLER NASIL OLACAK?

Bizim öteden beri sorun tanımlamalarımız çok net. Bunların başında ABD’nin YPG ile olan ilişkileri geliyor ve dolayısıyla PKK’nın o noktadan aldığı güç. Yeni dönemde birkaç şey paralel olarak işliyor. ABD’de yeni bir yönetim var ve diğer taraftan İmralı’dan yapılan bir çağrı var. İnşallah bu örgüt nezdinde çağrı bulur ve gereği yapılır.

Şu anda Suriye’de de işleyen bir süreç var. PKK tehdidinin ortadan kalktığı ve ABD’nin bunlarla ilişkisini kestiği bir noktada Türkiye’nin aslında bir numaralı sorun parametresiyle ilgili bir derdi kalmıyor.

ABD’nin PKK/YPG ile olan ilişkileri ve FETÖ’nün karargahına ev sahipliği yapması konularının bizim ilişkilerimizde yok sayılması, görmezlikten gelinmesi söz konusu değil. Bu belli sorunların parantez içerisine alınıp bununla uğraşırken diğer fayda alanlarının da ilerletilmesi önemli. Biz olgun, geleneği olan bir devletiz. Stratejik sabır ve olgunluk içerisinde menfaat alanlarımızı ilerletirken diğer taraftan diplomatik faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Yeni dönemde Türkiye -ABD ilişkilerin daha yapıcı ve sistematik ilerletilmesi önemli.

Türkiye gibi kendi bölgesinde merkez ülke olma noktasına ulaşmış ülkelerle ABD’nin yeni yönetiminin geliştirmeye çalıştığı ilişkilerin artık ülke bazlı olmaya başladığını görüyoruz.

Bununla beraber şöyle bir realite var. ABD yeni dönemde kimsenin beklemediği bir dış güvenlik dosyasını aynı anda açtı. Kanada meselesi, gümrük savaşları… Gazze, Ukrayna’ya ilişkin ortaya konan söylemler… Bütün bunların içinde ben inanıyorum ki profesyonel bir yaklaşım ve iyi niyetle yapısal zemini oturtabileceğimizi düşünüyorum.