"Babamın partisi..."

Günlerdir bir taraftan ötekine, sonra oradan yine diğer tarafa savrulup duran hakaretlerin ortasında, bir vatandaş, seçmen, kendini "millî irade"nin tecelli unsurlarından varsayan bir fert olarak sadece iki kelime oturdu benim mideme:

"Babamın partisi..."

Siyasi partiler -sadece MHP için söylemiyorum- kimsenin "babasının malı" değildir! Siyasi partiler her şeyden önce "mal" değildir; "mülk" değildir!

Bu manada güncel örnek olduğu için söylüyorum yoksa aynısı Erbakanlar için de geçerli, İnönüler, Menderesler, Özallar için de geçerliydi;

MHP, Tuğrul Türkeş'in "babasının partisi" olmadığı gibi bir adım daha ileri giderek izah etmek gerekirse aslen tek başına "Alparslan Türkeş'in partisi" de değildir;

Alparslan Türkeş liderliğinde teşkilatlanan ülkücülerin, Türk Milliyetçilerinin partisidir...

Ruhi Kılıçkıranların, Dursun Önkuzuların partisidir; Yusuf İmamoğlu'nun partisidir... Dündar Taşer'in, Gün Sazak'ın partisidir... Ercüment Yahnicilerin partisidir... Hatta Nihal Atsızların partisidir...

Aynı şekilde MHP, bugün de tek başına Devlet Bahçeli'nin partisi değildir;

Devlet Bahçeli liderliğinde göreve talip olmuş, elini taşın altına koymuş binlerce teşkilat mensubu ile oy vermiş milyonlarca seçmenin partisidir!

Ne tek başına "Türkeş'in ailesi" olmak ne de tek başına "Bahçeli'nin maiyeti"nde yer almak, MHP üzerinde "hak sahibi" yapmaz hiç kimseyi;

"Hisse" değil "emek" esasına göre söz sahibi olunur siyasi partilerde.

Bu manada siyasi partilerin sahipleri olmaz, sahiplenenleri olur sadece.

Birinin mensubu olduğunu iddia ettiği siyasi partiyi ne derece sahiplendiğini anlamak için de adanmışlığa bakılır kan testi sonuçlarından önce!

Ödenen ve ödenmeyen bedellere!

Türk siyasetinde "bedel" cezaevi duvarlarının arasına sıkıştırılır genelde; o da var tabii, darağacına giden 9 fidan da var, ruh ve bedeninin bir kısmını işkencehanelerde bırakanlar da var, hücrelerde çürüyenler de var ama tek onlar değil, hayatını aidiyet duyduğu siyasal düşünce ve kuruma göre tasarlayan, partisini hayatının kutup yıldızı gibi konumlandıran herkesten söz ediyorum; bedel ödemek derken...

Siyasi aidiyetleri dolayısıyla ihale alamayan iş adamını, terfi edemeyen bürokratı, atanamayan öğretmeni, ne yazdığına bakılmaksızın peşinen kalemi kırılan gazeteciyi, fişlenen akademisyeni, polisi, hâkimi, savcıyı, ambargoya uğrayan gazeteyi, televizyonu, itilip kakılan öğrenciyi, bu yüzden aile kuramayanı, bu yüzden ailesi dağılanı, bu yüzden hiçbir zaman yaşını yaşayamayanı...

Bu aidiyeti söküp attığı gün çok daha iyisine, çok daha fazlasına sahip olacakken içeride-dışarıda her türlü haksızlığa, adaletsizliğe rağmen sadakati ve liyakatiyle "mirasyedi"lere tur bindiren herkesi kast ediyorum...

Kaldı ki onlara bile "ait" değil, "emanet"tir siyasi partiler; sonraki nesle devredilmek üzere...

1 Kasım'da yapılacağı umulan seçim öncesi saltanatın 93 yıl önce kaldırıldığını, hatta son temsilcilerinin memleketten "düşman gemisiyle" kaçtığını daha sık hatırlatmak gerekiyor belki de...

Napalım, tekrar tekrar yazarız biz de!

Yazarın Diğer Yazıları