DEVA Genel Başkanı Ali Babacan genel merkezde düzenlediği öğle yemeğinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
YENİÇAĞ Gazetesi Ankara Temsilcisinin katıldığı yemekte Babacan’ın sözleri ve sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
Her alanda politika üreten birimlerimiz var. Genel merkez ve Meclis’teki görev dağılımı arasında bir paralellik var, nasıl çalışıldığı Meclis açılınca daha net ortaya çıkacak.
Dün Meclis’te çalışma içeriğimizi oluşturduk, 1 Ekim’den itibaren siyasi gündemin çok yoğun olacağı bir iklime giriyoruz. Seçimden bu yana tam dört ay geçti. Hükümet dört ayı doldurdu, biz geçen hafta ilk 100 günü değerlendirdiğimiz 1 buçuk saatlik bir basın toplantısı düzenledik. Arkadaşlarımız tüm başlıklarda neler yapıldı, neler yapılmadı değerlendirmeye devam ediyorlar.
Kuruluşumuzdan itibaren her politika alanında bir birim oluşturduk. Ekonomi, sağlık, eğitim, hiçbir alanı eksik bırakmadık. Diğer partilerle kıyasladığınızda bizim görev dağılımımızda hiçbir boşluk olmadığını görürsünüz. Türkiye’de daha önce hiç yapılmayan çalışmalar yaptık. Bunlar Türkiye için yapılması gereken çalışmalardı, daha sonra tamamını Altılı Masa’ya taşıdık. Altılı Masa’nın çalışmalarının omurgasını önemli ölçüde bizim çalışmalarımız oluşturdu.
İki sene önce yeni Anayasa için çalışmaya başladık. Konuyu açtıktan bir buçuk sene sonra çalışmamızı hazırdı. Hükümet “yeni Anayasa” diyor, ama bunu 5 yıldır söylüyor. Altılı Masa’ya da tüm hazırlıklarımızı taşıdık, tabi bizim elimizdeki çalışmalar Altılı Masa’nın 84 maddesinden çok daha kapsamlı.
Eylem planlarımızın tümünü Altılı Masa’ya taşıdık, ortak aday konuşmak için şartımız bu çalışmaları masaya götürmekti. Ortak Politikalar Metni böyle oluştu. Hepsinin arkasındayız, burada gördüğünüz içeriğin tamamı İbrahim Çanakçı’nın, Mustafa Yeneroğlu’nun bilgisayarında yazıldı, raporlar böyle çıktı. Cumartesi günkü tüzük kongremizde de buna vurgu yaptım.
‘İttifak doğruydu, altı partinin ortak bir masa etrafında oturabilmesi Türkiye için önemli bir kazanımdı’ dedim. Ortaya koyduğumuz birlikte çalışma kültürü kamuoyuna yeterince ulaşamadı maalesef. İkna edebildiğimiz vatandaşlarımızın oranı yüzde 48’de kaldı. Seçimden sonra kendi içimizde yoğun bir değerlendirme çalışması başlattık, üç kere 27’şerli gruplar halinde il başkanlarımızla bir araya geldik. Herkesten görüşler aldık. Genel Merkez Kurullarımızı farklı formatlarda topladık. Siyaset bilimcilere sorduk; “ne düşünüyorsunuz, nerede yanlış yaptık, bize önerileriniz ne olur?” dedik. Bu üç aylık iç değerlendirme sürecimiz çok faydalı oldu, geçtiğimiz cumartesi, bu doğrultuda hazırladığımız yeni yol haritamızı da ilan etmiş olduk.
Yerel seçimlere tam 6 ay var. Kongre sürecimizin de start’ını verdik. Şimdi ikinci kongre takvimimiz başlıyor. İl ve ilçe kongrelerimiz yerel seçimlerdeki aday süreçlerini destekleyecek.
Türkiye genelinde kendi ismimiz ve kendi adaylarımızla seçime girme kararı aldık. Tüm teşkilatlarımız adaylarla ilgili çalışmalarına ivedilikle başladı.
Komisyonlar kuruyoruz, adaylarla konuşacaklar, sohbet edecekler. Dışarıdan isimler önerilirse onlarla görüşmeler olacak.
Yerel seçim çalışmalarının ülkenin gidişatıyla ilgili çalışmaları aksatmaması gerekiyor. Büyük resmi kaçırmamalıyız. Ülkemizin çok önemli problemleri var; seçim sürecinin burayı zayıflatmaması gerekiyor.
Seçimlerden sonra yeni kabinedeki bazı isimler sayesinde genel bir iyimserlik havası oluştu. Normal olarak “Herhâlde bazı mesajlar alındı, hatalar görüldü” algısıyla pozitif bir hava oluştu. İlgili birimlerimiz neler yapıldığını, gidişatı sürekli takip ediyor.
Özellikle dış politika ve dış güvenlikle ilgili konularda seçim sonrası içim biraz daha rahat. İşin tekniğini bilen arkadaşlar görev başında olduğu için orada daha az hata olacağını sanıyor ve umuyorum. Sorun yaşanan ülkelerle ilgili diyalog çabası var, biz bu gayreti faydalı buluyoruz. Bu gayret yüzeyden bakıldığında Avrupa Birliği için de geçerli gibi görünüyor.
AB süreci özünde hukuk, demokrasi gibi başlıklarda Türkiye’nin bazı standartlara ulaşıp ulaşmamasıyla ilgili bir süreç. Ancak Türkiye’de bu standartlarla ilgili bir iyileşme, gelişme ne yazık ki yok. Halbuki bu standartlar her şeyden önce kendi vatandaşlarımızın refahını yükseltmek için gerekli.
Örneğin hukuk ihlalleri; her gün başka bir ihlal var. Dört aydır yargıda en ufak bir iyileştirme adımı görmedik. Karar vericilerle ilgili defalarca değişiklik yapılıyor, ta ki kendi istedikleri karar çıkana kadar.
Türkiye gerçek bir hukuk devleti olma sürecine girmez ise ekonomi maalesef düzelmeyecek. Tarafsız iktisatçılar değerlendirme yaparken bizim 2002-2007 dönemimizdeki büyümeyi çok kıymetli bulur; bizim dönemimiz Türkiye’deki iç reformlarla birlikte Avrupa Birliği sürecinde en hızlı ilerlediği süreçtir. O dönemki olağanüstü ekonomik başarıyı getiren temelde bunlardır. 2013-2014’e kadar işler iyi gitmeye devam etti ama ivme düşmüştü. O zamanlar da ben biliyorsunuz eğitim vurgusu yapıyordum, hukuk vurgusu yapıyordum. Ondan sonra zaten Türkiye geri gitmeye başladı.
Türkiye’nin döviz üreteceği kıymetleri çok fazla değil. Dolayısıyla Türkiye’nin en büyük potansiyel zenginlik alanı güven oluşturma; hukukla, yetişmiş insan gücüyle güven oluşturma. Bu ise ancak öngörülebilirlik ve kural bazlı yönetimle mümkün. Çünkü kural koyduğunuzda siz rayları döşemiş oluyorsunuz, trenin istikameti, nereye gideceği belli oluyor.
Kural tanımayan bir yönetim başlı başına bir öngörülebilirlik sorunu oluşturuyor. Ekonomi yönetimi bir şeyler yapmaya çalışsa da sorunları yaratan asıl kaynaklar orada durduğu sürece çıkan sonuç fayda getirmiyor.
Merkez bankası şimdi ayda bir faiz artırıyor. Sadece faiz artırmak enflasyon sorununu çözmez. “Gelecek ay da artıracağım” diyor ama acaba öyle mi? Cumhurbaşkanını bu sabrı nereye kadar sürecek, bunu hiç kimse bilmiyor. Kanunda Merkez Bankası bağımsızlığını garantiye alan bir madde olacak ki, o zaman söyleneneinanalım.
Şimdi Merkez Bankası arka kapıdan döviz satmaya devam ediyor. 2001’den 2015’e kadar Merkez Bankası 8 milyar dolar döviz satışı yaptı. 2019’dan bu yana, hani ‘128 milyar dolar’ diyorduk ya, 4 yılda 250 milyar doları geçti.
Dolar 27 lira civarında. Bu kur piyasada kendi dengesini bularak oluşmuş bir kur mudur? Yoksa Merkez Bankası arka kapıdan döviz satarak mu kuru burada tutmaktadır? Bunu bilmek bu milletin hakkı. Genelde kamu bankaları üzerinden satıyorlar. 2019’da bu hastalık başladı, hem faizi düşürüyoruz hem döviz artmıyor. Yepyeni dediler. Şimdi tekrar OVP terminolojisine döndüler. Ama şeffaflığa dönmediler. Onun için şunlardaki ekonomi yönetiminin yapması gereken acilen önce bir şeffaflık. Merkez Bankası'yla ilgili bu bağımsızlıkla ilgili bir maddelik kanun. Biz destek veririz yani hiç sorun yok. Yeter ki Merkez Bankası bağımsız olacak diye. Bir maddelik kanundur. Merkez Bankası başkanı 5 yılında görevlendirir. Cumhurbaşkanı görevden almaz. Bu kadar.
Meclis’e Merkez Bankası bağımsız olacak diye bir öneri getirseler biz hemen destek veririz. Bir tanecik kanuna bakar.
Aynısı TÜİK için de geçerli. TÜİK geçen ay enflasyonu biraz yüksek açıkladı diye herkes “acaba bir şeyler değişiyor mu?” dedi ama yöneticiler aynı, “enflasyonu düşük çıkar” diyorsun, düşük çıkarıyor. “Yüksek çıkar” diyorsun, yüksek çıkarıyor. Yerel seçime giderken enflasyonu düşük göstermeyeceklerini nereden bilebiliriz?
TÜİK için de tıpkı Merkez Bankası gibi kanun çıkmalı. TÜİK’in de tam bağımsız olması gerekiyor.
İş başında olduğumuz dönemde Merkez Bankası içinde TÜİK’ten daha sıkı bir enflasyon ölçme birimi kurmuştuk, ama rakamları açıklamıyorduk çünkü bu TÜİK’in göreviydi. Yine de Merkez Bankası enflasyonun ne olacağını önceden tutarlı biçimde tahmin ediyordu.
Dış politikada içim biraz daha rahat olsa da ekonomide öyle değil. Hukuk tarafında iyileşmeye dair bir sinyal bile yok. Sağlıkta randevu tarihleri giderek uzuyor, hizmet kalitesi düşüyor. Eğitime bakıyorsunuz, son dört ayda köklü bir değişim yapıldı mı? O da yok. Dolayısıyla hükümete açılan bu yeni kredi de hızla tükeniyor.
YAPISAL REFORMLAR İÇİNDE HİÇBİR SOMUTLUK YOK
İbrahim Çanakçı: Aslında umutluyduk. Sürekli bir “tek haneli enflasyon” vurgusu var; fakat rakamlar kendi içinde tutarlı değil. Makro hedefler, ortaya konan yapısal reformlar içinde hiçbir somutluk yok. Halbuki 20 yıllık bir iktidarın bu planı ortaya koyması gerekir. Buna rağmen söylenenler çok soyut, çok genel. Finansmanla ilgili hiçbir şey yok. Sn. Cumhurbaşkanı çıktı, Cevdet Bey çıktı; hiç kimseden enflasyonla samimi bir yüzleşme göremedik. Enflasyonun sebebini hala dış dünyada, iş dünyasında arayan bir yaklaşım var. Fiyat istikrarı ne zaman olur? Enflasyonu tek haneye düşürürsünüz, o zaman olur. Üç haneli enflasyonun olduğu bir ortamda siz fiyat istikrarı diye bir başlık sunamazsınız. Gerçekle yüzleşmekten kaçınan, enflasyona enflasyon demekten korkan bir yaklaşımla enflasyonu düşüremezsiniz. Kur hedefleri ve enflasyon hedefleri arasında ciddi bir tutarsızlık var. Makro hedefleri hâlâ revize etmezseniz, finansman tarafını net bir şekilde ortaya koymazsanız inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Maliye politikası tarafında da hiçbir somut adım göremiyoruz. Harcama tarafında yine adım atılmıyor. Bu ortamda Merkez Bankası’nın ürkek değil, çok güçlü hareket etmesi gerekiyor. Merkez Bankası çok ürkek hareket ediyor çünkü kendisine alan açılmıyor. Burada bir elinizle yangına benzin dökerken diğer elinizde su tabancasıyla yangını söndürmeye çalışıyorsunuz. BDDK tarafında finansal düzenlemeler noktasında yine hiçbir adım atılmadı.
Finansal düzenlemeler noktasında hiçbir şekilde net bir tablo ortaya konulmadı. Bu hükümet ne yaptı mesela? Özellikle bu yeni ekonomi modeli altında finansal düzenlemeleri, makro ihtiyati düzenlemeleri, para politikasının yerine ikame etti. Yani para politikasını kullanması gerekirken bu finansal düzenlemelerle para politikasının fonksiyonunu ifa etmeye kalktı. Bunu kim yaptı ağırlıklı olarak? BDDK yaptı. Bunu kim yaptı? Merkez Bankası'ndaki Sayın Kavcıoğlu ve ekibi yaptı. Siz Sayın Kavcıoğlu ve ekibini aldınız, BDDK’ya getirdiniz. Bu da çok ciddi bir güven sıkıntısı oluşturdu. Bu da çok ciddi bir tutarsızlık oldu. Orada da herhangi bir adım atılmadı. Yani sadece para politikası alanında böyle dört defa faizleri arttırarak, 8 buçuktan 30'a çıkartarak bu işi toparlamaya çalışıyorlar ama bu da yetmiyor. Özellikle tabii güven. Kredibilite açığı devam ettiği müddetçe, enflasyonu hedeflediğiniz noktaya çekebilmek için ya dışarıdan çok güçlü kaynak bulacaksınız ya da büyümeyi çok ciddi şekilde daraltacaksınız. Dışarıdan kaynak noktasında bir şey temin etmiş değiller. Yani bir güven tesis etmişler değiller. Öyle bir giriş söz konusu değil. O güven eksikliği devam ettiği müddetçe bu dezenflasyonun maliyeti çok çok ağır olur, çok çok artar.
FAİZ ARTIŞI NEREYE KADAR GİDECEK
YENİÇAĞ Gazetesi Ankara temsilcisi Orhan Uğuroğlu sordu, Ali Babacan yanıtladı.
Orhan Uğuroğlu:Faiz artışının nereye kadar gideceğini tahmin ediyorsunuz?
Ali Babacan: Tahmin yapabilmek için elimizde veri olması lazım. Çünkü bu bilimsel bir alan. Merkez Bankası faizinin kaç olacağı ise bugün bilimsel değil, keyfi bir alan haline geldi. Faiz artışı kısa dönemli para kazanma alanına da dönüştü. Uluslararası yatırımcı bundan faydalanıyor, onlar için bizdeki enflasyonun bir önemi yok. Türk Lirası getiriye ve kur hareketlerine bakıyorlar. Fiilen kredi faizi yüzde 60’lara 70’lere çıktı. Bankalar faizi düşük gösterse de müşterisinden dosya parası istiyor, sigorta masrafı çıkarıyor ve aradaki farkı kapatıyor. Bu tip gir-çık türü finansal hareketlerin Türkiye’ye bir faydası olmaz. “Güven”, “öngörülebilirlik”, bunlar çok kilit kelimeler. Gelir dağılımı son beş yılda çok bozuldu, orta direk çöktü. Bugün Bilkent Üniversitesi’nde, TOBB Üniversitesi’nde bir çocuk okutmanın bedeli 300 bin TL. Eskiden Ankaralı memur bir aile buralarda çocuğunu okutabiliyordu, şimdi mümkün değil. Korkunç bir refah kaybı var ülkede. KKM ile birlikte 700 milyarı kur farkına ödediler, şimdi bunu Merkez Bankası ödüyor. Merkez Bankası bu parayı nereden buluyor? Para basıyor. Merkez Bankası’nın bu rakamları kur farkına ödediği bir ülkede enflasyonu düşüremezsiniz. Rahmetli Özal, vaktiyle söylemiş. “Bu ülkede enflasyonun sebebi DÇM’lerdir” diyor. Ta o zaman Türkiye’yi batırmış bir şeyi getirip ülkenin başına sardılar. Şimdi ekonomi yönetimi bu konuda konuşmak istemiyor, Merkez Bankası Başkanı siyasi sorulara cevap vermeyi doğru bulmuyor. Bu şekilde güven oluşmaz.
Orhan Uğuroğlu: Cumhurbaşkanı dün bir Anayasa çağrısı yaptı. Bu çağrıyı samimi buluyor musunuz? Bu konuda muhalefetin diğer üyeleriyle görüşmeyi düşünür müsünüz? Altılı masadaki herkesten bu konuda ayrılıyorsunuz: Onlar baştan reddederken siz “Getirin görüşelim” diyorsunuz. Neden?
Ali Babacan: Hükümet beş yıldır “Yeni Anayasa” diyor. 2012’de dört partiden oluşan bir komisyon kuruldu, o komisyonun raporları da değerlidir mesela. Bu konuda henüz bir adım atılmadığı için ne kadar samimiler bilemiyoruz. Biz kendi teklifimizi ta 2 sene önce çalıştık, ortaya koyduk. Yetmedi, altı parti oturup 84 maddelik bir çalışma ortaya koyduk. İktidardan ise henüz bir şey çıkmadı. Şu da bir gerçek ki evet, mevcut Anayasa’ya uymuyorlar, “Yeni Anayasa olsa ne, olmasa ne” denebilir. Yine de yeni bir hükümet kurulduğunu, dolayısıyla söylenenlerin bir söz değeri olduğunu gözardı edemeyiz. Meclis’te bir komisyon oluşturulsun, partiler bir arada çalışsın. Biz altı parti olarak çıkan metinde %100 mutabık kalmıştık. Çalışmayı üç ayda bitirdik. Bunun bir ayını bir parti bloke etti. Sessiz bir blokaj dönemi yaşadık. Beş hafta süreç yürümedi. Ama dışarıya hiçbir şey söylemedik ki güven sorunu oluşmasın. Sonra bir şekilde çalışmalar tekrar başladı. Ona rağmen üç ayda bitirdik. Mustafa Bey biraz Alman disipliniyle çalışır, haftanın beş günü çalışarak bu 84 maddeyi ortaya çıkardık. Diyelim ki Meclis’te bir şey hazırladılar ve getirdiler, oturup bakmamız lazım. “İktidardan geldi, biz bakmayız” anlayışı bize göre sorumlu bir muhalefet anlayışı değil. Bunu mecliste bir komisyon eliyle yapalım derlerse biz buna katkı veririz. Bu bizim demokratik sorumluluğumuz, o yüzden peşin hükümlü bir şey söylemek istemiyorum. Bir samimiyet sorunu var; ancak bir yandan da ne olacağını görelim istiyoruz.
Orhan Uğuroğlu: Yeni bir Anayasa’dan bahsediyoruz, Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilmesi gündeme gelirse ne yaparsınız?
Ali Babacan: Böyle bir şey olursa son anda getirip araya sıkıştırırlar, şimdiden yapmazlar. Orada işlerin nasıl yürüdüğünü bildiğimiz için… Bir yandan da AK Parti’nin kuruluşundaki üç dönem kuralında imzası olan biri olarak, burada bir değişiklik yapılmasına itiraz ederiz. Parlamenter sistemle ilgili bir şey gelir mi, ne gelir bilemiyoruz. (Sn. Erdoğan) İyileştirme konusunu işi çıkmaza sokmak için söylemiş olabilir. Kendi açısından iyileştirme nedir, bilemiyoruz.
Orhan Uğuroğlu: Parlamenter sistem sizin kırmızı çizginiz mi? “Cumhurbaşkanlığı sisteminde şunlar yapılırsa olur deriz” diyor musunuz?
Ali Babacan: Tam demokrasi, şeffaflık, denge kontrolü. Bunlar çok çok önemli. Bu konularda gerçekten mevcut durumdan daha ileriye götürecek, samimi bir adım olursa, onu biz iyi niyetle değerlendiririz. Bir de şu var, samimiyeti görmemiz lazım. Gerçekten samimi mi yoksa bu bir siyasi oyun mu? Ülkenin gündemini işgal ederek enflasyon, hayat pahalılığı, fakirleşme gibi diğer sorunların üstü mü örtülüyor? Bunu görmemiz lazım.
Orhan Uğuroğlu: Sistem revize edilirse ‘Erdoğan devam etsin’ der misiniz?
Ali Babacan: İlke olarak bir kişinin bu kadar uzun süre görevde kalmasının son derece yanlış olduğunu düşünüyoruz. Artık bu ülkede değişimin zamanı geldi. Bu teklifi açıkça önümüze getirirlerse sıcak bakmamız mümkün değil.
Orhan Uğuroğlu: Şimdi “Güçler ayrılığı” yerine “güç birliği” deniyor.
Ali Babacan: Bunlar öyle tehlikeli söylemler ki. Başta dediğim gibi, bu aslında bir samimiyet testi.
Orhan Uğuroğlu: Yıllardır samimiyet teskini geçemediler ki. Yerel seçim öncesi konu tamamen Anayasa’ya gelecek. Bu konuda şimdiden bir şey söylemeniz daha iyi değil mi?
Ali Babacan: Taze yenilenmiş bir halk desteği var. Her seçim bir kredi açma dönemidir. Böyle bir dönemde bizim çok sert kırmızı çizgilerden bahsetmemiz doğru değil. Böyle bir yaklaşım klasik muhalefet olur. Bizim muhalefet tarzımız bakımından bu tavrı doğru görmüyorum.
Orhan Uğuroğlu: Bu tavrın AK Parti seçmeni ile kurmak istediğiniz ilişkiyle bağlantınız var mı?
Ali Babacan: AK Parti seçmeni bizim yabancı olduğumuz bir seçmen değil ki, yıllardır birbirimizi bildiğimiz bir seçmen. Anadolu’da ‘yahu bir dur hele’ derler. Vatandaşın bize “yahu bir durun hele” dediği bir dönemdeyiz. Dolayısıyla bu dönemde bizim muhalefet şeklimize dikkat etmemiz lazım. Nispeten olumlu gördüğümüz konuları da dile getirmemiz lazım.
Orhan Uğuroğlu: Can Atalay için TİP bir yürüyüş başlatıyor biliyorsunuz. Böyle bir iklimde yeni anayasa konuşmak garip olmuyor mu?
Ali Babacan: Bizim buradaki duruşumuz, Can Atalay konusundaki duruşumuz çok net. Ama bu konulara çok daha geniş bir açıdan bakmamız lazım. Siyaset böyle bir şey değil, bu dar ideoloji siyaseti olur. Bir ülkeyi yönetmeye talipseniz bunlara sıkışıp kalamazsınız.
Orhan Uğuroğlu: Uzun yıllar 28 Şubat’ın neticelerinin oluşturduğu kaygılar gündemde tutuldu. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken ise seküler kesimin kaygıları ön planda. Şimdi bu perspektifte, örneğin aile kavramı üzerinden bir anayasa önerisi gelirse, burada da mı bir kırmızı çizginiz yok?
Ali Babacan: Bundan sonrası için çizdiğimiz siyasi çerçeve, cumartesi günü yaptığım konuşmada mevcut. Biz muhafazakar kesimin haklarının kaybıyla ilgili konularda ne kadar hassas isek, kendini seküler olarak tanımlayan vatandaşlarımızın hayat tarzına müdahaleyi de bir o kadar tehlikeli görüyoruz. Dolayısıyla bu konuda da aynı ölçüde hassasız. Devletin görevi insanların hayat tarzına karışmak değil, herkesin hayat tarzını dış müdahalelerden korumaktır. Zaten özgürlükçü demokrasi dediğimiz şey tam olarak budur. Bizde Ak Parti’den ayrılan arkadaşlarımız da olduğu için bazen önyargılar oluyor, algıda seçicilik olabiliyor. Bazı konularda söylediklerimiz daha az duyulabiliyor. Kamuda (başörtüsü konusunda) pratikte böyle bir sorun yok, özel sektörde zaman zaman olduğunu duyuyoruz. Hükümetin muhalefette çatlak oluşturmak için kullandığı kullanışlı bir enstrüman bu, bir anayasa meselesi değil. İdris Bey de defalarca açıklama yaptı. Ortada bir şey yokken böyle kesin ifadeler kullanmak istemiyorum. Ne getirecekler, bakacağız.
Sistemin adından ziyade kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi başlıklara odaklanıyoruz. Bunların en güçlü biçimde dillendirildiği sistem ise bugün parlamenter sistem. Yine de anayasa konusunda farazi soruları yanıtlamaktan ben imtina ediyorum.
Orhan Uğuroğlu: Yerel seçimde 81 ilin tamamında aday çıkaracak mısınız? İş birliklerine açık olacak mısınız? “3 ay içimize kapandık” derken, DEVA Partisi’nin kendi içinden en çok hangi eleştiriyi aldınız?
Ali Babacan: En önemli iç eleştiri başka bir partinin listesinden seçime girmiş olmamızdı. Bu konuda teşkilatlarımız çok huzursuzdu, o yüzden bu yerel seçimler kendimizi anlatmak için çok büyük bir fırsat. Bu değerlendirmelerin ardından seçime kendimiz girme kararını aldık. Genel seçimlerde de bu hazırlığı yapmıştık; sekiz komisyon kurup 1300 kişiyle mülakat yaptık. Kendi listelerimizi hazırlamıştık Hazırdık. Son hafta CHP’den teklif geldi, ‘Rakamlar ortada, mecliste çoğunluğu sağlayamıyoruz, ortak listeden girdiğimizde bu sisteme göre çoğunluğu sağlayabiliyoruz’ diye bir simülasyon koydular önümüze. Bu CHP’nin oyunun hiç artmadığı senaryoydu üstelik. Çok büyük bir ikilem yaşadık, “hayır” desek iş birliği yapmamakla eleştirilebilirdik. Bir bakıma büyük fedakarlık yaptık. Kemal Bey’e söyledim, biz bir karar aldık ve teşkilatlarımızda bir travma oluşacak dedim. Şunu da ekledim “Bize oy verecek kitlenin yüzde yüzünü CHP’ye oy vermeye ikna etmemiz mümkün değil” dedim. Son ana kadar “Damga DEVA’ya” diye reklam filmleri yayınladık. Bu seçimlerde kendi özgün kimliğimizi vatandaşımıza anlatmak istiyoruz. Bazı küçük ilçelerde teşkilatlarımız arasında iş birliği senaryoları olabilir, ama bu senaryolar şu anda genel merkezin bilgisi dahilinde olan senaryolar değil. Nokta atışı ve istisnai iş birlikleri yapabileceğimize cumartesi günü yaptığımız konuşmada değindik; ama bizim zaten güçlü bir teşkilatımız, 600 küsür ilçede örgütümüz var. O kadar ilçe başkanımız var, aday bulamamamız gibi bir durum söz konusu değil. Yerel seçimler teşkilatın üzerindeki travmayı atlatmak ve özgün DEVA ruhunu anlatmak için bir fırsat. Biz DEVA’yız ve bu ülke için bizim ideallerimiz var. Biz bütün o çalışmaları 15 vekil için yapmadık, bu ülkeyi yönetmek için yaptık.
Orhan Uğuroğlu: 2019 yerel seçiminde yoktunuz ama muhalefet iş birliğine gidip kritik belediyeleri kazandı. Cumhur İttifakı yine iş birliğine gidecek gibi görünüyor. Bunun karşılığında, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere muhalefet yine bir iş birliğine gider mi?
Ali Babacan: Türkiye genelinde bir iş birliği değildi, iki partinin rakip oldukları iller de oldu. Yerelde bazı prensipler konusunda aynı noktada olmak lazım. Biz ne dedik, temiz belediyecilik dedik. “Bu doğrultuda bir manifesto yayınlayacağız” dedik. Bizim adaylarımız önce bu manifestonun altına imza atacaklar. Bunlar hiç konuşulmuyor, hükümet tarafında yolsuzluklar var da belediyelerde yok mu? Biz buna destek mi vereceğiz? ‘Tertemiz adaylar istiyoruz’ dedik il başkanlarımıza. O yüzden 3-5 belediye alacağız diye kimsenin yanlışına ortak olmayız. “Kendimiz seçime gireceğiz” diyip, İstanbul’da, Ankara’da adayımız olmayacak mı? Hiç konuşulmuyor, ama şu anda diğer siyasi partilerde de böyle bir iş birliğini kaldıracak bir iç psikoloji yok.
Orhan Uğuroğlu:Büyükşehirlerde iktidarın iş birliği, muhalefetin parçalı olması iktidara kazandırmayacak mı?
Ali Babacan: Hiç belli olmaz. Yerel seçimlerde 50+1 gerekmiyor ki. Yerel seçimde dinamikler çok farklı, tamamen adaylara bağlı.
Orhan Uğuroğlu: Kesin alırız dediğiniz belediyeler var mı?
Ali Babacan: Bizim il başkanlarımızı bir dinleseniz “Genel seçimlerde kendimizi göstermemize izin vermediniz, şimdi görün bizi” diyorlar. Seçimden önce bu işin matematiğini yapmak zor, seçimden sonra konuşalım.
Orhan Uğuroğlu: Genel seçimlere kendi listenizle girseniz projeksiyonunuz neydi? Listeleriniz hazırken ortak liste kararı alındı, acele bir karar oldu.
Ali Babacan: Kendi çalışmalarımızda da CHP’nin çalışmalarında görünen, ortak liste olmada hem bizim hem CHP’nin daha az vekil alma şansı vardı. Saadet ve Gelecek için de aynısı geçerliydi. Bir de şu var, siyasette 3+3 her zaman 6 etmeyebilir, bazen 5 bazen 7 eder. Belki orada CHP’li seçmenin bir kısmı destek vermedi, belki DEVA seçmeni tam destek vermedi. Biz hep açık olduk, bunları söylediğimiz için eleştirildik ama gerçek buydu.
Orhan Uğuroğlu: Ortak liste kararını aldınız, ama eksik kaldı. İYİ Parti bazı yerlerde listeye katılmadı. İYİ Parti’yi ikna etmeye çalıştınız mı yoksa İYİ Parti kapıyı tamamen kapattı mı? Kilis gibi adreslerde İYİ Parti devreye girse vekil sayısı artabilirdi.
Ali Babacan: Ortak listeyi geçin, bazı yerlerde oturup konuşsalardı artı 20 vekil daha kazanılabilirdi. Bunun için dört kere toplandık, hiçbir şey çıkmadı. En son bizim arkadaşlar dedi ki, siz iki parti oturun konuşun, böyle ilerleyelim. Biz normalde 15+5 diye konuştuk ama daha sonra gelip bizim Siirt ve Iğdır il başkanlarımızı aday yapmak istediler. “Üç ilde sizin adaylarınız olursa; Erzurum, Elazığ ve Yozgat’ta şansımız artar” dediler. En son CHP’nin Kilis’teki adayı istifa edince, “Sizin il başkanınız çok iyi, aday olsun” dediler. Oldu 26 aday. Biz gidip “Aman bu arkadaşlarımızı önerelim, seçtirelim” demedik, tam tersine, onlar geldi.
Orhan Uğuroğlu: Lütfü Elvan’ın, Kalyon İnşaat’ın başına geçmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ali Babacan: BDDK’nın, SPK’nın kanununu sıfırdan biz çıkardık. Bunların hepsine kişiler görevden ayrıldıktan sonra özel sektörde, kendi alanıyla alakalı görev alamaz diye madde koyduk. Çünkü bu insanlar o görevdeyken bir kariyer planlaması yapmasın dedik. Bu işin ruhu budur; ama şaşırmamayı da öğrendik zaman içinde, olmaz denen ne varsa oluyor.
Orhan Uğuroğlu: Parlamentoda etkinliğinizi artırmak için bir grup kurma çabanız var mı, olacak mı?
Ali Babacan: Zaman içinde doğal yollarla böyle bir süreç gelişirse elbette olur. Daha önce Saadet ve Gelecek’le bir model üzerine çalıştık. Önce Saadet Partisi kendi içinde “olmuyor” dedi, ertesi gün bizim arkadaşlarımız da aynısını söyledi. Öte yandan “Hiçbir partiye gidip de bize milletvekili verin” demedik. Bu süreçlerin doğal olması, organik olması gerekiyor.
Orhan Uğuroğlu: NATO genişlemesi konusunda hangi noktadasınız?
Ali Babacan: Prensip olarak NATO’nun genişlemesine destek veriyoruz. Ancak müttefiklerin de haklı güvenlik kaygılarımızı dikkate almasını bekliyoruz. Dün Meclis açılışı adeta bir demokrasi şöleni olması gerekirken sabah bir terör eylemiyle uyandık. İktidar, İsveç’in NATO üyeliği karşısında terörle mücadelede işbirliği, ABD’nin F-16 satışları ve Türkiye’nin AB süreciyle ilgili talepler ortaya koydu. Samimiyeti ölçecek imkan bizim elimizde yok, İsveç terörle mücadelemizde gerekenlerin ne kadarını yaptı bilmiyoruz. İstihbarat birimlerimiz ‘İsveç gerekeni yaptı’ derse, bu bizim için önemli bir husustur. F16 meselesi çok önemli. F35 projesinin dört ortağından biriyken, bu alanda 1.4 milyar dolarlık yatırım yapmışken bugün yalnız F16’yla yetinmek çok üzücü. Bir an önce bu sorunu çözüp ilerlemek gerekiyor. İttifak ruhuna uygun bir şekilde bunların hemen verilmesi gerekiyor. Biz iktidarda olsaydık direkt F35 isteyecektik.
‘Dışarıda düşman çok’ diyerek içeriyi konsolide edecek bir tutum sergilendi. Politika bile denilmiyor çünkü bu bir politika değil, sadece Erdoğan'ın şahsi tutumu. Yani bu S-400'lere 2,5 milyar dolar para verdiklerini kendileri açıkladılar. Kapalı kutuda duruyor. Kutunun kapağını açtığın anda ilave yaptırım riski var. Kaybet kaybet yani. Ahmet gidiyor, Mehmet geliyor ama Erdoğan değişmedi. Tüm bakanların metal yorgunluğu var, bir kişinin yok, nasıl oluyor?
Soru: Emekli maaşlarıyla ilgili daha etkin ne yapılabilir? Somut olarak… Eylemsel bir şeyiniz olabilir mi, grubunuz olmadığı için.
AB: Emeklilik sisteminde zor bir hesap vardır. Enflasyon artı refah payına göre artması gerekiyor. Şu anda emekli maaşları bu kadar düşük kaldıysa gerçek enflasyon açıklanmadığı için. Sonuç alacağını bildiğimiz her şeyi yaparız, orada hiçbir sorun yok.
Soru: Kemal Bey doğru aday mıydı?
AB: Biz adayı ‘Altıda altı mutabakat ile belirleyeceğiz’ dedik. Hatta ayın 2’sinde oturup aday belirleyemediğimizde ‘O zaman 5 imzayla açıklayalım, İYİ Parti sonra belki katılır’ denildi, ben ona itiraz ettim. Meral Hanım’ın gerekçesi partisinden yetki almamasıydı. ‘Partinizden yetki almanız ne kadar sürer’ dedim, ‘Hemen 1-2 günde alırım’ dedi. ‘O zaman pazartesiye kadar size vakit tanıyalım, beraber açıklayalım’ dedim.
Yerel seçime doğru gidiyoruz. Üstünden de vakit geçti. İki belediye başkanı da muhtemelen yeniden aday olacağı için onları zor durumda bırakmak istemem. O günkü toplantıda CHP Genel Başkanı ‘İki belediye başkanı da bizim belediye başkanımız ve ben onların aday yapılmayacağını söyledim’ diyor.