Azgın Katolik boğalar
Hikâye Latin Amerika ülkelerinden birinde geçer. Katolik boğalar o günü hiç unutamamışlardı. Matadorların mızrakları ucunda sürekli can verdikleri arenadaki o müthiş günü. Matadorun her hamlesine, her başarısına çılgınca “oleyy!!!” diye bağıran seyircilerin suspus olduğu o an. Genç boğa ani bir hamleyle sağ boynuzunu matadorun böğrüne saplamış ve onu önce havaya fırlatmış, sonra bir doksan yere uzatmıştı. Katolik boğaların yıllardan beri beklediği bir zaferdi bu. Koyu Katolik ve militan genç boğa, imanının sağladığı güçle bu işi başarmıştı. İşte tribünler derin bir sessizliğe gömülmüştü. Fakat sessizlik birkaç saniye sürmüş ve ortalardan bir yerden o tombul cüsseli, sakallı adam “oleyy!!!” diye bağırmıştı. Herkesin soran bakışları üzerine de “ben boğayı tutuyorum” deyivermişti.
Tombul ve sakallı adam ilk li-boğa idi. Yüzünün çirkinliğini sakallarıyla örtmeye çalıştığı belliydi. Li-boğa kelimesini boğalar mı boğa karşıtları mı bulmuştu, bu bilinmiyordu. Boğaların serbestliğini savunan liberal düşünceli insanlara bir süreden beri böyle deniyordu. O günden beri li-boğaların sayısı durmadan artıyordu. Onların sayısı arttıkça militan Katolik boğalar da çoğalıyordu.
Katolik boğalar artık sadece ahırlarda ve otlaklarda böğürmek istemiyorlardı. Hint öküzleri gibi caddelerde böğürerek dolaşmak, canları istediği zaman evlerin bahçelerine girip çimenler üzerine uzanmak, çiçekleri çiğneyip geviş getirmek ve sonra da sıcak gübrelerini bahçelere bırakmak istiyorlardı. Bu taleplerini de caddelerde izinsiz yürüyüşler yaparak, meydanlarda mitingler düzenleyerek gevişlemeye başlamışlardı. Arenalarda da zaman zaman korsan gösteriler yapıyorlardı. İnsanlar arasındaki en büyük destekçileri li-boğalardı.
Yüreği yufka, merhametli insanlar da li-boğalara katılmaya başlamıştı. Boğalar caddelerde serbestçe yürüyüp geviş getirseler ne olurdu ki! Bahçelerine girip gübrelerini bıraksalar daha iyi olmaz mıydı? Tabii gübre ile çimenler ve çiçekler daha gür biter, üstelik insanlar da bu sayede kendilerini tabiatın kucağında hissederlerdi. Böyle düşünenler çoğaldıkça Katolik boğaların serbestliği arttı. Sokaklarda koşturup zıplamaya, parklarda, evlerin bahçelerinde uyuklamaya başladılar.
Militan boğalar için bu kadar serbestlik yeterli olmadı. Malikâneleri, konakları, sarayları da ele geçirmek istediler ve kısa zamanda bunu da başardılar. Artık neredeyse ülkenin bütün yönetimi onların elindeydi. Kararları onlar veriyor; ülkenin her şeyini değiştiriyorlardı. Fakat o iki örgüt yok muydu; oralara bir türlü giremiyorlardı.
İnsanlar biri lejyon, diğeri jüryon diye adlandırılan iki örgüt kurmuşlardı. Lejyon, elindeki silahla ülkeyi düşmanlara karşı koruyordu. Jüryon ise kavga edenleri barıştırmaya çalışıyor, suçlulara ceza veriyordu. Militan boğalar jüryonun alt kademelerine girmeyi başarmışlar, fakat yükseklere çıkamamışlardı. Lejyona ise sadece sessiz ve yumuşak köstebekler sokabilmişlerdi.
Artık ülkeyi bütünüyle değiştirmenin ve militan boğalarla her yere hâkim olmanın zamanı gelmişti. Jüryonu değiştirmek için li-boğaların da büyük desteğiyle kararlar almaya başladılar. Jüryonun ileri gelenleri de boş durmuyor, kararlar aleyhinde konuşup duruyordu. Onlar konuştukça boğalar azgınlaşıyor, ağızlarından köpükler saçarak böğürüyordu. Lejyona sızamayışları ise onları iyice azgınlaştırıyordu. Polyon adlı örgüte iyice sızarak lejyonu etkisiz hâle getirmeye başladılar. Fakat lejyon büyük bir güçtü ve jüryonla birlikte direnmeye devam ediyordu. İnsanların önemli bir kısmı da bu iki örgütü destekliyordu.
Kuvvetli direniş karşısında militan Katolik boğaların azgınlığı cinnete dönüştü. Böğürmek artık onları kesmiyordu. Tekmelerle sağı solu yıkıyorlar, boynuz darbeleriyle her tarafı delik deşik ediyorlardı. “Lejyon ve jüryon mensuplarını arenalara dolduracağız” diyerek ağızlarından köpükler saçıyorlardı.
Hikâyenin bundan sonrası için iki rivayet var. Bir rivayete göre ani bir heyelanla bütün ülke toprak altında kalmıştı. Diğer rivayete göre göklerden bir sayha duyulmuş ve her yer eskisi gibi sütliman olmuştu