Sözcü gazetesi yazarı Uğur Dündar, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray'ın "TBMM Türk milletinin kanı ve canı pahasına meydana getirdiği tartışmasız en kıymetli kurumdur. Ama Meclis'in merkezde olduğu parlamenter demokrasimizi koruyamadık. Bunu utanç verici bir değerbilmezlik sayıyorum ve acaba elimden gelen azami gayreti gösterdim mi diye kendimi sorgulayıp, suçluluk duyuyorum" sözlerini okuyucularına aktardı.
Aytun Çıray'ın değerlendirmelerine yer veren Dündar'ın "Utanç verici değerbilmezlikle Atatürk’ün Meclisi’ni koruyamadık!" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Sayın Dündar, TBMM Türk milletinin kanı ve canı pahasına meydana getirdiği tartışmasız en kıymetli kurumdur. Milletimizin modernleşmesinin, çağdaşlaşmasının, insanlık medeniyetinin saygıdeğer ve onurlu bir üyesi olmasının en somut ürünüdür. Bunların varlığını temsil eden en temel kurumudur. Türk Milleti'nin bu yüce çatının altında 2011'den beri görev yapan bir üyesi olarak zerre kadar şüphe etmiyorum: TBMM, Cumhurbaşkanlığı da dahil Türk milletinin muazzam değerde yegâne kurumsal siyasi varlığıdır."
- Bu değerlendirmenizi neye dayandırıyorsunuz?
"Türkiye Cumhuriyeti, TBMM vasıtasıyla var edildi. 23 Nisan 1920'den 29 Ekim 1923'e kadar geçen 3.5 yıl boyunca, Atatürk'ün Meclis Başkanlığı'nı yürüttüğü TBMM tarafından yönetildik. Aslında bu fiili bir Cumhuriyet yönetimiydi. Buna da siyasi literatürde Meclis Hükümeti deniliyor. 29 Ekim 1923'de saltanat ilga, Cumhuriyet ilan edilirken biz aslında ‘de facto' Cumhuriyet'ten ‘de jure' Cumhuriyet'e geçtik. Meclis'in günümüzdeki varlığını da fonksiyonlarını da hep bu hikâyenin kılavuzluğunda düşünmeliydik. Ama Meclis'in merkezde olduğu parlamenter demokrasimizi koruyamadık. Bunu utanç verici bir değerbilmezlik sayıyorum ve acaba elimden gelen azami gayreti gösterdim mi diye kendimi sorgulayıp, suçluluk duyuyorum.
MECLİS BATTAL HALE GETİRİLDİ
- Bunun için mi sistem değil rejim değişti diyorsunuz?
"AKP zihniyetinin kurucu ruhla bir meselesi olduğu sır değil. Nitekim o zamanki adıyla cemaat, şimdiki adıyla FETÖ'yle birlikte gerçekleştirdikleri 2010 referandumu bir dizi sosyal-siyasi felaketin önünü açtı. 15 Temmuz hıyanet kalkışması bunların en korkuncuydu. Sonucu da 16 Nisan 2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 seçim süreçleri oldu.
Bu iki süreç bizi 4 Temmuz 2018'de çıkarılan 448 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne getirdi. Bu kararnameyle bir parlamenter demokraside Bakanlar Kurulu'nun sahip olduğu tüm yetkiler cumhurbaşkanına devredilmiş oldu. Yani Cumhuriyetimiz görünüşte bir Cumhuriyet'e dönüştü. Bu durum “Bir tür örtülü rejim değişikliği yaşadık” diyenlere haklılık zemini kazandırıyor. Bunu da zaten Meclis'in fonksiyonsuz, neredeyse battal hale getirilmiş olmasında görüyoruz, yaşıyoruz. FETÖ'nün siyasi ayağının araştırılması için verdiğim önergenin görüşülmesi 20 dakikada ret edildi."
- Söz konusu rejim değil de sistem değişikliği olsaydı, bu krize karşı daha mı güçlü olurduk?
"Tabii öyle olurdu. 12 Eylül darbecileri dahil, genellikle güçlü ve istikrarlı hükümetlerin önemini vurguladık. Benim de içinden geldiğim merkez geleneği başkanlık sistemini çare gibi gördü. İnsanımızın zihnine yanlış bir başkanlık sistemi anlayışının yerleşmesine katkıda bulundu. Çünkü çoğulcu uzlaşmanın Türkiye için ne kadar değerli olabileceğini idrak edememiştik. Halbuki 1999'daki üçlü koalisyon hükümeti bile, bize çoğulcu uzlaşmanın değerini gösteren kanıtlar sunuyordu. Bakın biz 1999'da tarihimizin en büyük iki deprem felaketini yaşadık. Bu doğal felaketin sonuçlarını ve 2001'de kendini gösteren ekonomik krizi, üçlü koalisyon hükümetinin yapısal çözümler getiren ekonomik programıyla aştık. Yine AB yolunda en büyük siyasi adımları bu koalisyon döneminde attık."
- O dönemde merhum Başbakan Bülent Ecevit'e yazarkasa fırlatıldı…
"Evet. Eğer bu üçlü koalisyon bozulmasaydı bizi, yaşadığımız kutuplaştırıcı ve ayrımcı politikaların tahribatından da kurtaracaktı."