Ayşegül'ün suçu ne?

Dileyen dilediğince cilalasın, "mazlumları koruma" masalıyla masumların canıyla oynasın, en kaynar masumiyet kazanlarında aklamaya çalışsın toplumsal algıyı…

Gerçek bir tane:

Kadınların layığının, çalıştıkları için gözlerinden bıçaklanmak, kezzapla yakılmak, okula gittikleri yahut çocuk gelin olmak istemedikleri için kulaklarının, burunlarının kesilmesi olduğuna inanılan bir coğrafyadan "güya kaçmış", güya kendisine o cehaletin, karanlığın, ilkelliğin uzağında "yeni", "temiz" bir hayat kurmak istemiş azgın sürüsünden birinin kurbanı oldu Ayşegül Aydın.

Dershaneden dönerken, evinin yolunda saldırıya uğradığında henüz 16 yaşındaydı. Önceki gün son defa nefes aldı, verdi ve sonrası o kesintisiz düz çizgi…

Film gibi olsa bile en nihayetinde ekrana seyirci bağlamakla mükellef bir film olmadığından biz sıradan fanilerin hayatları; filmlerde pek sık rastlanan o "mucize" gerçekleşmedi; dönmedi Ayşegül, dönemedi!

Aylardır, makinelere bağlı olarak tutulmaya çalışıldığı hayatla biyolojik bağını böylece kesti.

***

Haberi aldığımda, babası Metin Aydın''ın, en son Ekim ayında medyaya yansıyan o yardım feryadı yeniden çınladı kulaklarımda;

"Bir ihtimal var" diyordu baba Aydın;

"Milyonda bir de olsa bir ihtimal var."

***

"Ayşegül yoğun bakımda. Hastanelerde dolaşıyoruz. Kök hücre tedavisinden başka bir çare olamayacağını söylediler… Gaziosmanpaşa''da bu işi yapan doktor daha önce de bir çocuğa aynı tedaviyi yapmış. Ona ulaştık. Bütün dosyaları inceledi. Kök hücre yapılabileceğini ama 3 tane doktorun imzasının olması gerektiğini söyledi. İstedikleri her şeyi buldum temin ettim. Fakat doktorun kontenjanı dolu olduğu için o doktorun ismini kabul etmemişler. Bizim süremiz doluyor. Bakanlıkta, 6 ay dolduktan sonra kök hücre tedavisi için izin verilmiyormuş. Bürokrasiyi aşamıyoruz… Bir an önce Ayşegül''e kök hücre tedavisi uygulanmasını istiyorum. Milyonda bir de umut olsa bunu istiyoruz… O umudun peşinde koşuyoruz… Nasıl anlatayım ben. Kız ölüyor. Her gün ölüyor önümüzde. Devlet büyüklerimizden yardım istiyorum. Benim yavrum 16 yaşında. Sayın Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca''dan, Cumhurbaşkanımızdan yardım istiyorum" diyordu.

***

Dün sabah, haberi alınca ilk iş Sağlık Bakanı Koca''nın, hayli yoğun kullandığını bildiğimiz sosyal medya hesabına baktım;

"Bütün çabalarımıza rağmen…" diye başlayan bir taziye mesajı aradım.

Yoktu.

Peşinden, Cumhurbaşkanı''nın sosyal medya hesabına baktım.

Orada da anılmıyordu.

Kimseye haksızlık yapmış olmamak için, saat 13.30 sularında, yazıyı bitirirken son bir defa yeniden kontrol ettim iki hesabı da…

Yine yoktu.

İçimde o hazin soru/kuşku:

Kimse sahiplendi mi, milyonda bir de olsa Ayşegül''ün umudunu!

***

Sorun durun sonra "Tanju Özcan neye güveniyor?"

Bu kabarmamasına dönük hiçbir önlem alınmayan millî öfkeye olabilir mi mesela?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kendilerini "öz yurtlarında garip" hissetmemeleri için kılını bile kıpırdatma ihtiyacı duymayan iradenin yol açtığı tepkiye olabilir mi!

***

Sosyal devlet vesair hiçbir şey değilse, açıklanan sayısal verilerin ancak enflasyon oranı kadar inandırıcı bulunduğu kontrolsüz göç meselesindeki politik iflas yetmez mi, yönetenlerin "Ayşegül''ü yaşatmak için her şeyi göze alma, elden gelenden de fazlasını yapmak için dünyayı ayağa kaldırma" sorumluluğunu üzerlerinde hissetmelerine!

Umarım, öyle olmuştur.

Umarım, baba Aydın''ın yardım çığlığı, kalın duvarlara çarpıp da geri dönmemiştir zaten yaralı olan yüreğine…

Umarım, milyonda bir de olsa umut vaat eden yöntemlere de başvurulduktan sonra ve elden başka hiçbir şeyin gelmediği noktada veda etmiştir Ayşegül bu dünyaya…

Aksi halde…

O "milyonda bir ihtimal" var ya; vebali kâbus gibi çöker milyonların üzerine…

BU HABERLER MİT''E YARAR MI ZARAR MI?

Kimsenin kimseye, "Türkiye"nin, "ordu"nun, "güvenlik güçleri"nin, "özel eğitimli personel"in imza attığı cengaverlikleri, kahramanlıkları, filmlere taş çıkartan operasyonları haber yapmayın, sonuçlarıyla gururlanmayın filan dediği yok da bu davul-zurnayla "MİT operasyonu" duyurma işinin tadı kaçmaya başlamadı mı acaba?

Daha önce de yazmıştım, tekrarlayayım:

Sınır içi yahut dışında "sahada" görev yapan MİT personeli, görevlerinin doğal gereği olarak, TSK mensupları yahut Emniyet personeli gibi karakollara, kışlalara hatta lojmanlara sahip değil… Birçok yer ve zamanda bu manada bir fiziki koruma/korunma olanakları olmayabilir…

İstihbaratın temel unsurlarından biri gizlilik değil midir?

Türkiye''nin iç ve dış güvenlik alanlarında "destan" yazdığı operasyonları haberleştirirken MİT yalakalığı yapıp da istihbaratçılarımızı hedef haline getirmek yerine daha genel ifadeler kullansak nasıl olur?

Kıyamet kopmaz herhalde!

Yazarın Diğer Yazıları