Aylardan Ağustos
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel İklîm-i Rûm'a
Bozkurtlar ordusu geçti hücûma;
Yeni bir şevk ile gürledi gökler:
Yâ Allah... Bismillâh... Allahü ekber!..
Bu şiire itirazı olan bir Türk milliyetçisi var mı? Hiç sanmıyorum. Bu muhteşem şiir 1971 yılında destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu tarafından yazıldı. Malazgirt zaferinin 900. yıldönümü dolayısıyla. Şiir, 1071 yılındaki Türk ruhunu yansıtıyor. İklîm-i Rûm'a (Bizans'a) karşı yapılan Malazgirt savaşı sırasındaki Türk ruhu. Aynı şiirin "Türk, ulu Tanrı'nın soylu gözdesi / Malazgirt, Bizans'ın Türk'e secdesi" mısralarında şiirin hangi amaç ve duygularla yazıldığı açıkça görülüyor.
Peki, şairin 900 yıl öncesine ait olarak düşünüp kurguladığı "Yâ Allah... Bismillâh... Allahü ekber!..." nidalarını 40-45 yıl sonra slogan olarak kullanmaya ne demeli? Felsefede, tarihçilikte ve sanatta bir kavram var: Anakronizm. "Tarih yanılgısı" diye Türkçeye çevirebiliriz. Mesela Fatih ile ilgili bir filmde yeniçerilere patates yedirirseniz tarih yanılgısına düşmüş olursunuz. Çünkü patates, Amerika'nın keşfinden sonra Eski Dünya'ya getirilmiş ve Osmanlı ülkesine çok sonra gelmiştir. Bazı tarihî Türk filmlerinde telefon direkleri filan görünür. İşte bunlar tipik anakronizm örnekleridir. 940 yıl önceye ait seslenişleri bugün slogan olarak kullanmak da böyledir, tipik tarih yanılgısıdır.
Ve işte Türk milliyetçilerinin meselesi de tam buradadır. Tarihte yaşamak ve yeni bir şey üretememek. "Tarihte yaşamak" diyorum ama bu ifade bile vahim gerçeği anlatmaktan uzaktır. Tarihte yaşamak için tarihi bilmek lazımdır. Bugün kendilerine milliyetçi / ülkücü diyenlerin çoğu tarihimizin ana çizgilerini bile bilmiyorlar. Dolayısıyla onlarınkine "tarihte yaşamak" da denemez; "tarih zannettikleri mevhum zamanlarda şekilsiz ve kaba bir şekilde duruş sergilemek" denebilir ancak. Benim duruşum da farklı değil galiba. Ben de her hâlde "muhatap yanılgısı" yaşıyorum. Kimlere ise birilerine "felsefe, tarihçilik, sanat" filandan bahsediyorum.
Elbette herkes aynı değil. Bir yerlerde bir umut olmalı. Okuyan, arayan, öğrenen, öğrenmek isteyen Türkçü gençler de var. Belki onlarla hasbıhâl edebiliriz.
Osmanlı'ya özeniyoruz ya... Ve onu haklı olarak yüceltiyoruz. Hatta bazen "Osmanlı, Türk tarihinin zirvesidir." diyoruz. Peki, şunları soruyor muyuz kendi kendimize: Osmanlı, mesela Fatih Sultan Mehmet tarihte mi yaşadı? Tarihte yaşasaydı Osmanlı, Osmanlı olur muydu? Tarihte yaşasaydı Selçuklu, Selçuklu olur muydu? Tarihte yaşasaydı Karahanlı, Karahanlı olur muydu?
Soruların cevabı açıktır: Tarihte yaşayarak, tarihteki gibi yaşayarak ilerleme kaydedilemez.
Burada bir kavramı daha açıklamak gerekir: Muhafazakârlık.
Bütün dünyada milliyetçiler genellikle muhafazakârdırlar; çünkü milliyetçilik, millî değerler üzerine kuruludur ve millî değerleri yüceltir, hatta kutsar. Bunda bir sorun yoktur. Sorun, millî değerlerin ne olduğunda ve nasıl muhafaza edileceğindedir. Millî değerler, bir takım şeklî unsurlar olmadığı gibi muhafazakârlık da bunların olduğu gibi bırakılması demek değildir.
Elbette olduğu gibi bırakılacak somut millî varlıklar da vardır. Mesela mimari eserler. Avrupalı onları korur. Türk muhafazakârlarının oy verdiği partiler ise İstanbul'un yalılarını, köşklerini yok etmişlerdir. Paris'te, Londra'da, Prag'da, Moskova'da tarihî eserlere dokunamazsınız, tarihî şehrin yapısını değiştiremezsiniz. Türkiye'de ise hepsini harap eder; sonra sokaklara, caddelere ceketler yayıp Cuma namazı kılarsınız.
Hasbıhâle daha sonra devam edeceğim.