1950 yılı başlarında komünizmin dünyayı (aslında kapitalizmi) tehdit ettiğinin varsayıldığı zamanlar... İki Kore arasında başlayan savaşta elbette ki iki blok da oluşacaktı. Sovyetler ve Çin Kuzey'in, Batı ise Güney Kore'nin yanındaydı..
Ve bu savaşta nice insani hikayeden biri de bir Türk askerinin payına düşer. Süleyman astsubay, tarumar olmuş bir çevrede cesetlerin yanında, korkudan çılgına dönmüş, kurtarıcısını bekleyen bakışlarıyla bir köşeceğine sinmiş bir küçük kız bulur. Süleyman astsubay alıp küçük kızı karargaha götürür. Ve o andan sonra temel meselesi o küçük kızı korumaktır artık. Süleyman, adını kendisinin verdiği Ayla'yı öz babası gibi seviyor. Küçük kızı savaşın dehşetinden uzak tutuyor, koruyor. Bir süre orada kalıyor Süleyman. Ve sonra kaçınılmaz ayrılık vakti gelip çatıyor. Ayla ülkesinde kalıyor. Ve yıllar ama yıllar sonra yeniden buluşuyorlar... Ve sevinç gözyaşları sel gibi akıyor...
Üstad Atilla Dorsay, "Türkiye'yi dünyayla barıştırabilecek bir film" olarak tanımlıyor Ayla filmini. Muhtemelen öyledir.
Ancak ben işin daha başka bir yanına bakmak istiyorum izninizle.
Kendi yakın tarihimize bakmak istiyorum birazcık. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Kore Savaşı ve Kıbrıs... Düşünsenize, bunca savaşta ne çok hikaye vardır... Ne çok Aylalar, Mehmetler, Hasanlar, Aliler vardır. Ve bunların hepsi de yazılmak ya da film yapılmak için bekliyor bizleri...
Demem o ki, bu dopdolu tarihin insani yanları anlatılmalı!
Hem de hemen...
***
BEYEFENDİ
Bir cümlecik için 30 tık!
35 yıl önce askerliğini asteğmen olarak icra ederken, İzmirli hergele bir arkadaşı vardı. Kendini ve hayatı makaraya saran biriydi. Ve sık sık, "Kurnazı severim, ama benden kurnaz olmasın" derdi. O zamanlar pek üzerine düşünmedi genç Beyefendi bu sözün. Ama yaş aldıkça, çevredeki çok sayıda çakalla dansa kalkmak zorunda kaldıkça geçmişte kalan bir dostun sözü nazarında itibar kazanmaya başladı.
Bu memlekette her şeyin suyunun çıkarıldığı gibi, internet gazeteciliği de nasibini aldı bu işten diye söylendi Beyefendi, canının alabildiğine sıkıldığı bir sanal gezinti sırasında...
Adamın biri bir konu üzerine bir cümle yumurtlamış sitenin birinde. Ve Beyefendi işte o cümleciğin peşine düştü. Ancak cümleye ulaşmak o kadar kolay değildi. Belki de otuz kere tıkladı internet denen kuyuda. Ancak cümleye rastlayamadı. Oysa bu işi yapanların iddiası büyüktü. İşte orada bekliyor sizi cümle canım! Bir kez daha tıklama işine girişti Beyefendi burnundan soluyarak. Sonra bir kez daha... Ve en sonlarda laf salatasının arısında buldu aradığını. Çabucak okudu, sinirden gerilen alnına parmaklarıylma masaj yaptı bir süre. Sonra da kendisine bu eziyeti edenlerin alayının hatırını sordu birkaç kez öfkeyle...
Ve, "kurnazlık" dedi sonra, 35 önceye bir selam sarkıtırken, "Pespaye bir kendini kurnaz sanma hali. İşine, okura, kendine saygısızlık. Kasaba çakallığı. Ahmaklığın nirvanası. Kendi mesleğini kurşunlama. Rezillik. Ve bu gayya kuyusundan para kazanmak..."
***
OKUYUNUZ
Herkesin asıl kimliğini merak ettiği yazar Trevanian, bu kez de İspanya'nın Bask bölgesini mekan seçmiş "Katya'nın Yazı" romanı için. Genç bir doktor Birinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde hayatının ilk aşkını yaşıyor... Ve bu olağanüstü öyküyü İkinci Dünya Savaşı öncesinde anımsadığı şekliyle anlatıyor. Bir aşk romanı görüntüsünde, insan ruhunun derinliklerine iniyor yazar...
***
İŞTE O KADAR
Hiçbir acı sonsuza kadar sürmez, ama ilk haliyle elbette..