Ayasofya ve Vakıf / Prof. Dr. Yümni SEZEN

Ayasofya ve Vakıf / Prof. Dr. Yümni SEZEN

Bugünlerde, koronadan da öne geçip göndemi işgal eden iki konu var. Biri Ayasofya ve Vakıf, diğeri halifelik.

Birincisine bakalım.

Ayasofya ve vakıf meseleleri, tarihî, siyasi bakış açısı dolayısıyla birleşmiş görünüyor. Dinimizde, kişilerin inançlarına, saldırgan olmamak ve başkalarına zarar vermemek kaydıyla özgürlük tanındığı gibi, Kitap Ehlinin (Musevî ve İsevî) ibadethanelerine de müsaade edilmiştir. Kutsal Kitabımızda din özgürlüğünden söz edilir. "Dinde zorlama yoktur" (Bakara-256) bunun açık ve özet delilidir. Tevhid dininin üç safhasının (Musevîlik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) ibadethanelerinden de söz edilir ve bunlara Allahın adının geçtiği evler denmiştir:

"... Eğer Allah bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlememiş olsaydı, mutlak surette, içlerinde Allahın adı bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi" (Hac-40).

Demek ki, bozulmuş ve artık yenilenmiş de olsalar, o dinin mabedleri Allahın evi olmaktan çıkmamış, haham ve rahipler de, eğer tevhide sahip kalmışlarsa, övülmüşlerdir (Bkz. Âl-i İmran-113; Maide-82).

Başka bir gerçeğe bakalım. Siyasetin, bazan dinin idealleri uzantısında, yer değiştirmeler veya zaptetmeler, savaşlar olagelmiş gerçeklerdir. Müslümanlık, dinî idealle, kendi dünyalarına katma işine fetih demiştir. Fethedilen topraklarda diğer iki din mensuplarının (sosyolojik anlamda iki din) ibadethaneleri ne olacaktır? İslâmın bu mabedlere, kişilere olduğu gibi özgürlük tanıdığını görüyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz ayet ve diğer bazıları bu anlamı içine alırlar. Hz. Peygamber dönemi dahil, Emevî ve daha sonraki saltanat dönemleri maalesef hariç, bu özgürlüğün uygulama örneklerine tarihen sahibiz. "Kudüs''ü ancak devlet başkanına (Hz. Ömer''e) teslim ederiz." demeleri üzerine Kudüs''e giden Hz. Ömer, namaz gerektiği sırada, kilisede kılabileceği teklifini reddetmiştir. "Kilise dahil, her yerde namaz kılabiliriz, dinimizce sakınca yoktur ama, ben burada namaz kılarsam, Ömer burada namaz kıldı diyerek müslümanlar kilisenize el koyarlar, ben de bunu istemem" demiş ve kilisenin dışında namaz kılmıştır. İslamiyetin hassasiyetini zedelememiştir.

Dinî değil, siyasi bir mesele

Fatih Sultan Mehmet Han ve Ayasofya meselesine geleceğimiz belli oldu. Fatih, Türklük ve Müslümanlık dünyasını minnettar bırakan, hatta bütün dünyanın menfaatine olarak saygıya mazhar olan, bu minnettarlık ve saygıyı hakeden zaferi kazanmış, hareketi başarıya ulaştırmıştı. Ayasofya meselesine gelince, bu muhteşem büyüklüğe uygun düşmeyen, tartışılabilecek bir işe başvurdu. Eğer namaz ihtiyacı söz konusu idiyse, geçici olarak kullanılabilirdi. Öbür taraftan, Hz. Peygamber ve ashabının yaptığı gibi kolları sıvar, cami yapmaya başlayabilirlerdi. (Kuba Mescidi, Peygamber mescidi) Hazır mabed varken, ne lüzumu var, bunlar sonraki meseleler denebilir. Diğer kiliselere el sürülmedi denebilir. Fakat mesele bu değildir. Mabed meselesi, her zaman her yerde olduğu gibi, dinî değil, siyasi bir mesele olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, Hıristiyanların ibadethanesine İslam mührü vurup hâkimiyetini ilan etmek yoluna gitti. Böyle bir hâkimiyet gösterisi yapmaya ihtiyac var mıydı, tartışılır. Kanaatimizce, teker teker oradaki hıristiyanları zorla müslüman yapmakla bunun farkı yoktur. Oysa oradaki bütün hıristiyanlar, İslamın ve Türkün karakterine uygun olarak, inançlarında serbest bırakılmıştır... Büyük ve güçlü devletler hakimiyet gösterilerine, günümüz tabiriyle şova tenezzül etmezler.

Bu uygunsuzluk üzerine inşa edilmiş süreçte, artık yapılanları, yapılacakları tartışmak çok zorlaşmıştır.

Ayasofya ve vakıf konusuna gelince, Yeniçağ ve Sözcü gazeteleri ve daha bazı kaynaklar, güzel değerlendirmeler yaptılar. Meselâ Ege Cansen Beyefendi, gazetedeki makalesinde meseleyi harika şekilde sloganlaştırarak noktalamıştır: Kimse sahip olmadığı birşeyi vakfedemez.

Bilindiği gibi İslamın iktisadî hayat öğretisinde, dört kademeli bir iktisadi alan paylaşımı vardır. Ferdin mülkü ve tasarrufu, devletin mülkü ve tasarrufu, kamunun (ammenin) mülkü, Allah''ın mülkü. Allah''ın mülkünden maksat, insan ve toplumla ilgili olan iktisadî alandır. Yoksa herşey Allah''ın mülküdür. Misallerle daha iyi anlaşılabilir. Güneş ışığı, teneffüs ettiğimiz hava, zaman, Allah''a aittir, alınıp satılamaz, mübadeleye tâbi değildir, biriktirilemez v.s. Meselâ zaman Allah''a ait olup, iktisadi alan olarak kullanılamaz. Alınıp satılamaz. Faizin/ribanın yasaklığı bu ilkeye dayanır. Faiz, araya giren zamanın paraya çevrilmesidir. Kapitalistler öfkeden kriz geçirip bize tepki gösterseler de, İslamı dehlizden gören veya istismar eden, bizi cehaletle suçlasa da, bu meselenin temel felsefesi böyle görünüyor.

İbadet yerleri kamunundur

Fertlerin ve grupların (kurumların, şirketlerin v.b.) mülkiyeti ve tasarrufları malûmdur. Devlet de fert ve gruplar gibi mülk sahibi olabilir ve olmalıdır. Çünkü iç ve dış egemenlik ve bağımsızlık gücü için iktisadî güce ihtiyacı vardır. Özel mülkiyet, özelleştirme diye bu gücü zayıflatmak çok yanlıştır. Kullanım kusurları varsa giderilir, o kadar. Kamunun mülkiyetine gelince bu, devletin mülkü demek değildir. Çoğunlukla bu konu karıştırılır. Devlet, kamu mülkünü temsilen yönetebilir, kanunlarını düzenler. Akarsular, deniz kısımları, meralar, ormanlar, devletin de ferdin de kurumların da değil, kamunundur. Fertler buralardan eşit olarak faydalanırlar, devlet de düzen ve yönetimini sağlar. Geldik ibadet yerlerine. Buralar da ne ferdin, ne grupların, ne de devletindir. Kamunundur. Kamu, farklı ibadet yerlerini paylaşmışsa (farklı dinler) yine kamunun demektir. Fertler, gruplar, dernekler, vakıflar ve devlet, buraların sahibi değil, hizmetlerin, giderlerin, görevlilerin üzerinde söz sahibidirler. Vakıf veya dernek söz konusu olacaksa, bu faaliyetlere dönük olacaktır. Bu ibadet yerini bir dernek veya vakıf da yaptırsa, artık o, kamunundur. Dernek veya vakıf onun sahibi değildir, kamunun sahipliğine vasıta olmuştur.

Ayasofya için de söylediklerimiz geçerlidir. Bu mabedin, kendi rol ve statüsüyle ilgili, vakıf veya devlet tasarrufu olamaz. Ancak bakımı, ona hizmet edenler, varsa müştemilatı ve varsa bu müştemilatın gelir-giderleri ile ilgili tasarruflarda bulunabilir. Kendi kimliği ile ilgili olamaz dediğimiz, bu mabed şu maksatla kullanılacak, şuna dönüştürülecek, böyle olacak, şöyle olmayacak gibi tasarruflar yapılmamalıdır demektir. Bunun ötesi, siyasetin, yönetimin elinde olan hususlardır. Yanlışların üzerine inşa edilmiş süreçte, gün gelir işin içinden çıkamayız. Bugün olduğu gibi. Yanlış hareket edersek, dindarlar bile dinden uzaklaşabilir, zaten ilgisiz olanlar, deizme veya ateizme kayarlar. Yine bugün olduğu gibi.

Bu gibi meselelere hamasi duygularla bakmak, güzel olmasına güzeldir ama, akılla ve yaratıcının koyduğu ilkelerle, hele herşeye bahşettiği fıtratla bakmak daha da güzeldir.